Tiyatro, yalnızca sahnede sergilenen bir oyun değil, topluma ayna tutan, insanın iç dünyasına nüfuz eden bir kültürel silahtır. Tiyatro, sinema ve diziler toplumun damarlarında dolaşan gizli kan gibidir.
Bugün sahne tiyatrosundan dijital platformlara kadar her mecrada gördüğümüz şey yalnızca "eğlence" değil, aynı zamanda bir "algı mühendisliği"dir. Ferhan Şensoy'un vefatında Cihat Tamer'in söylediği söz bunun açık itirafıdır, "Biz tiyatroyu 70 yıldır sadece oyun olsun diye mi oynuyoruz?"
Hayır! Tiyatro öteden beri mesaj taşır.
Antik Yunan'da seyirciler tragedya izlerken kendi hayatlarının muhasebesini yapıyordu. Shakespeare'in sahnesinde krallar devrilirken, izleyiciler kendi ihtiraslarını seyrediyordu. Bizim geleneğimizde de Karagöz ile Hacivat, meddah veya ortaoyunu yalnızca eğlendirmekle kalmaz, güldürürken öğüt verir, düşündürürken iç burkan hakikatlere temas ederdi.
Bugün bu mirası büyük ölçüde sinema, televizyon ve dijital platformlar devraldı. Ama değişmeyen bir hakikat var.
Bir tek skeç, bir tek sahne, kimi zaman kalın kitaplardan ya da kürsülerden çok daha etkili olabiliyor. Zira insan güldüğü yerde savunmasız kalır, o anda zihnine sızan şey kalbinden kolay kolay çıkmaz.
Ülkemizde bu etkinin en belirgin taşıyıcılarından biri Yılmaz Erdoğan'dır. "Çok Güzel Hareketler Bunlar", kabukta bir gençlik eğlencesi gibi görünse de özünde topluma ayna tutan okul gibi bir program.
Editörüm, Yılmaz Erdoğan'ın yönetiminde sahnelenen "NATO ve savaş" merkezli bir skeci izletti. Güldüm, düşündüm ve şunu fark ettim.
Eğer bu sahne NATO'yu hicvedebiliyorsa, neden Gazze'nin kanını da anlatmasın?
Bugün Gazze'de çocukların açlıktan çıkardığı inilti, bombaların gürültüsünden daha derin bir yankı taşıyor.
Bazen sessizlik, dünyanın en yüksek çığlığıdır. Bu çığlığı duyurmak yalnızca siyasetçilerin, gazetecilerin ya da aktivistlerin işi değildir.
Sanat da bu sorumluluğun omuzlarındadır. Ve biliyoruz ki bir skeçle anlatılan gerçek, bir haber bülteninden çok daha kalıcı olabilir.
Siyonizm'in zulmü artık saklanamaz bir hakikattir.
Yılmaz Erdoğan talebelerine, oyuncularına bir skeç yazdırsa... Skeç mizahi olur, kahkaha attırır. Ama kahkahanın içinde izleyicinin boğazına oturacak bir gerçek gizlenir.
Gazze'de bir çocuğun açlığı, Kudüs'ün taşlarına sinmiş kan, insanlığın utancı...
Böyle bir sahne karşısında seküler çevreler, laik tayfa, hatta İslam düşmanları bile sarsılır. Çünkü tiyatro ideolojileri delip geçen bir mızraktır.
Haddizatında, heybesini yüklenerek Gazze için batıdan yola çıkan binlerce Sumud yolcusu Müslüman dahi değil.
Çünkü Gazze insanlık meselesidir!
Bir sanatçı bazen insanlığın ve milletinin vicdanı olur, bazen çağının hafızası.
Gazze için yazılacak bir skeç, dışarıdan bakıldığında sıradan bir oyun gibi görülebilir. Ama bir çağın tanıklığına dönüşür.
İmadüddin Zengi tarih kitaplarında zalim bir hükümdar olarak yazılır. Alimleri hapse atmış, medreseleri baskılamış. Fakat bir gün gelir, hiç kimsenin dokunamadığı Urfa Haçlı Kontluğu'nu fetheder. O fetih, ömrünün bütün karanlıklarını yırtan bir ışık olur. Alimler, "Allah-u Âlem, bu amel İmadüddin Zengi'yi kurtaracaktır" derler.
Bazen bir tek iş, bir tek an, insanın bütün hayatına kefaret olabilir.
Belki Yılmaz Erdoğan için de Gazze'yi sahneye taşımak böyle bir amel olur.
Yılmaz Erdoğan'a sesleniyorum!
Senin sanatın, milyonlara ulaşan sahnen, gençlere rol model olan duruşun... Bunları bir kez de Gazze için kullan!
Bir skeç yazdır, bir sahne kur, bir kahkahanın içine Gazze'nin çığlığını sakla.
Kim bilir, belki de bu skeç senin ahiretine yazılacak en hayırlı amel olur.
Gazze seni bekliyor Yılmaz Erdoğan.
Senin kalemini, senin sahneni, senin cesaretini...
Bazen tek bir oyun, koca bir çağın vicdanını değiştirebilir.
Gazze seni bekliyor Yılmaz Erdoğan.