Ankara, ulusal ve bölgesel güvenlik açısından tehdit olarak gördüğü İsrail'in bölgesel etkisini sert güç kullanmadan sınırlamayı hedefliyor ve bu yönde diplomatik araçları etkin şekilde kullanıyor. Gelinen aşamada Ortadoğu'da geleneksel güç rekabetinden ziyade ortak tehdit olarak algılanan İsrail'in dengelenmesine dayalı yeni bir bölgesel ittifak zemini oluşurken Türkiye bu sürecin merkezinde yer alıyor.
7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in agresif askeri tutumu ve maksimalist dış politikası, sadece Gazze Şeridi ile sınırlı kalmadı. Geçen iki yıllık süre zarfında İsrail, çatışmayı bölgesel düzeye taşıyarak Lübnan, Suriye, Yemen, İran ve Katar'ı hedef alan askerî operasyonlar düzenledi. Katar'a yönelik saldırı, bölge ülkelerinde ve uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. ABD'nin bölgedeki en yakın müttefiklerinden biri olan, savunma anlaşmalarıyla Washington'la güvenlik ilişkisini kurumsallaştıran, CENTCOM'a ev sahipliği yapan ve yaklaşık 10 bin Amerikan askerini barındıran bir ülkenin hedef alınması; İsrail'in bölgesel güvenlik açısından yarattığı tehdidin boyutlarını açık biçimde ortaya koydu. Bu durum, güvenliklerini büyük ölçüde ABD'ye dayandıran Körfez ülkeleri açısından alternatif güvenlik şemsiyeleri arayışını hızlandırırken diğer bölge aktörleri için de İsrail'in ne derece pervasız hareket edebileceğinin somut bir göstergesi oldu.
Kolektif güvenlik girişimleri
İsrail'in maksimalist dış politikası, bölge ülkelerine dair güçlü tehdit algıları ve ABD'nin Tel Aviv'e verdiği sonsuz destek, Ortadoğu'daki devletleri alternatif güvenlik düzenleri aramaya itmektedir. Bu süreç, bölgesel güvenlik mimarisinin yeniden şekillenmesine yol açarken devletleri kolektif güvenlik girişimlerine ve çok taraflı iş birliği ağlarına daha fazla yöneltmektedir. Böylesi bir bölgesel konjonktürde Türkiye, son iki yılda güvenlik mimarisini güçlendirmek ve İsrail'in yarattığı tehditleri dengelemek amacıyla önemli adımlar atmaktadır. Bu adımları üç başlık altında toplamak mümkündür.
Birinci olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin "kimseye bağımlı olmadan caydırıcı bir güç" inşa etmesi gerektiğini vurgulayarak orta ve uzun menzilli füze üretiminin artırılmasını ve hava savunmasında çok katmanlı bir sistemin kurulmasını hızlandırmayı hedefliyor. Bu çerçevede yerli üretim kapasitesinin genişletilmesi;ASELSAN ve ROKETSAN gibi öncü savunma şirketlerinin yatırımlarının artırılması planlanıyor. Ayrıca iç siyasette İsrail konusunda geniş bir mutabakat bulunuyor; İsrail'in Gazze'deki saldırıları karşısında iktidar ve muhalefet partileri farklı tonlarda da olsa ortak bir tepki gösteriyor. Ülke kamuoyunda da Türkiye'nin İsrail'e yönelik dış politikasına güçlü bir destek bulunuyor.
İkinci olarak dış politika hususunda Türkiye, İsrail'in yarattığı tehdidi dengelemek amacıyla çok boyutlu adımlar atıyor. Öncelikle Ankara, İsrail'in Gazze'de yürüttüğü soykırım niteliğindeki operasyonlara ve devlet terörüne son verilmesi yönünde öncü bir rol oynuyor. Son iki yılda Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde bölge ülkeleri ve küresel aktörlerle yoğun diplomatik temaslar yürüttü. Bu süreçte Türkiye, ateşkes girişimlerine aktif destek verdiği gibi aynı zamanda Trump yönetimiyle bu konuda sürekli ve yoğun bir diyalog içinde oldu. Böylelikle İsrail'i Gazze'de durdurmayı hedefledi. Katar saldırısı sonrasında yapılan girişimler de bu hedefin bir parçası oldu. Katar'a yönelik saldırının hemen ardından Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerinin geniş katılımıyla olağanüstü bir zirve düzenlendi. Türkiye toplantıya dışişleri bakanı düzeyinde katılarak İsrail'in bu saldırısını bölgedeki nüfuzunu artırma girişimlerinin bir yansıması olarak nitelendirdi. Ayrıca Türkiye; ABD, Mısır ve Katar ile birlikte Şarm El-Şeyh'te imzalanan Gazze ateşkesine ilişkin ortak bildirinin oluşmasında öncü aktörlerden biri oldu. Böylece İsrail'in uyguladığı devlet terörüne karşı Gazze halkının nefes alabileceği bir zeminin yaratılmasına vesile oldu.
Yeni dönemin sembolleri
İsrail tehdidini dengelemek amacıyla üçüncü olarak Türkiye'nin ulusal ve bölgesel düzeyde tehdit olarak algıladığı İsrail'e karşı bölge ülkeleriyle ittifak temelleri attığı görülüyor. Özellikle Mısır'la gelişen ilişkileri bu çerçevede okumak mümkündür. Geçtiğimiz ay Akdeniz'de 13 yıl aradan sonra gerçekleştirilen "Dostluk Deniz Tatbikatı", iki ülke arasındaki askeri ilişkilerde yeni dönemin sembolik bir göstergesi oldu. Bu yakınlaşma yalnızca tatbikatlarla sınırlı kalmadı ve savunma sanayii alanına da taşındı. HAVELSAN ile Mısır'ın Arap Endüstrileşme Kurumu arasında insansız hava aracı üretimine yönelik ortak bir proje geliştirildi. Ayrıca Kahire'nin Türkiye'nin KAAN savaş uçağı programına katılımı gündeme geldi. Bu çerçevede bir yandan Türkiye'nin savunma teknolojilerindeki birikimi Mısır'a modernizasyon imkânı sunuyor diğer yandan Mısır'ın güvenlik tedariklerini çeşitlendirme politikası da iki ülkenin ortak çıkarlarını güçlendiriyor. Özellikle İsrail'in sert politikaları ve Katar'a yönelik saldırısının yarattığı güvenlik kaygılarının ardından gerçekleştirilen bu tatbikat yalnızca askeri yakınlaşmayı değil aynı zamanda bölgesel ölçekte stratejik bir denge arayışını yansıtıyor.
Artan bölgesel güvenlik riskleri karşısında Türkiye yalnızca Mısır'la değil Suriye ile de askeri ilişkilerini yeniden şekillendiriyor. Örneğin bu yılın ağustos ayında taraflar arasında Ankara'da imzalanan askeri eğitim ve danışmanlık anlaşması, Suriye ordusunun kapasitesini artırmayı ve kurumsal yapısını güçlendirmeyi hedefliyor. Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve istikrarını kendi ulusal güvenliği açısından kritik görüyor ve bu anlaşmayı stratejik bir zorunluluk olarak değerlendiriyor. Bunların yanı sıra Türkiye Suriye ordusunu güçlendirerek bir yandan PKK'nın Suriye kolu Suriye Demokratik Güçleri'nin sahadaki etkisini sınırlıyor diğer yandan İsrail'in Dürzileri bahane ederek Suriye'de kalıcı bir askeri varlık tesis etme girişimlerini engelliyor.
Arap NATO'su fikri
1969'daki Mescid-i Aksa kundaklanması; İslam dünyasında güçlü bir kolektif tepki doğmasına ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluşuna zemin hazırlamıştı. Günümüzde ise yine Filistin'de yaşanan gelişmeler, benzer biçimde bölge ülkeleri arasında iş birliği arayışlarını yoğunlaştırıyor. İsrail'in Gazze'nin ardından Lübnan, Suriye, Yemen, İran ve Katar'a yönelik saldırıları ile ABD'nin bu gelişmeler karşısında kayıtsız kalması ve İsrail'i desteklemesi, bölge ülkelerini alternatif güvenlik ortaklıkları aramaya ve yeni bölgesel ittifaklar oluşturmaya yöneltiyor. Bu bağlamda Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin daha önce "düşman" olarak tanımladığı İsrail'e karşı dile getirilen Arap NATO'su fikri şimdilik reddedilmiş olsa da Mısır'ın mevcut pozisyonunu anlamak bakımından dikkat çekiyor. Mısır'ın Türkiye ile iş birliğine girmesi ya da Katar saldırısının ardından Suudi Arabistan'ın Pakistan ile güvenlik anlaşması imzalaması, bölgedeki stratejik yeniden yapılanmanın somut örnekleridir. Bu bağlamda küçük Körfez ülkelerinin de benzer arayışlarda olduğunu unutmamak gerekiyor.
Mevcu siyasi atmosferde Türkiye, bölgenin güvenlik mimarisini uzun vadede etkileyecek stratejik hamlelerde bulunuyor. 7 Ekim sonrasında izlediği strateji çerçevesinde hem yoğun bir diplomasi yürütüyor hem de bölge ülkeleriyle kalıcı iş birliğine gidiyor. Ankara, ulusal ve bölgesel güvenlik açısından tehdit olarak gördüğü İsrail'in bölgesel etkisini sert güç kullanmadan sınırlamayı hedefliyor ve bu yönde diplomatik araçları etkin şekilde kullanıyor. Gelinen aşamada Ortadoğu'da geleneksel güç rekabetinden ziyade ortak tehdit olarak algılanan İsrail'in dengelenmesine dayalı yeni bir bölgesel ittifak zemini oluşurken Türkiye bu sürecin merkezinde yer alıyor.