Mısır barış zirvesi, Gazze ve vicdanın jeopolitiği

Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar
10/23/2025

Mısır'daki büyük resim, yeni bir güç paylaşımını değil, bir vicdan paylaşımına dair arayışı göstermektedir. Türkiye, diplomatik bir aktör olduğu kadar bölgede ahlâkî nabzı tutan ve medeniyetin temsil gücünü taşıyan güçlü bir ülke olarak bu barış masasında yer almıştır.



Osmanlılar'ın "Asya-yı Osmânî" dediği kadim dünya Ortadoğu'nun merkez ülkesi Mısır'ın Kızıldeniz sahilindeki şehri Şarm el-Şeyh'te, Gazze'deki soykırıma son vermek için bir Barış Zirvesi yapılmıştır. Şüphesiz çok önemli bir toplantı akdedilmiştir. Buna bağlı olarak Ortadoğu'ya dair kısa, orta ve uzun vadeli senaryolar arasında Gazze'nin geleceği, kan ve gözyaşı ile yoğrulan Ortadoğu'nun gidişatı ve Türkiye'nin atabileceği adımlara dair birkaç meseleyi nazar-ı dikkate vermek herhalde faydadan hâli olmasa gerektir.

Barış Zirvesi, yakın zamandaki Mısır/Arap-İsrail savaşının devam eden sonuçlarının verdiği tedirginlikle karışık teyakkuz halindeki Mısır'ın Cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi ile ABD Başkanı Donald Trump'ın eş-evsahipliğinde toplanmıştır. Zirveye, birçok Batı ülkesinin yanı sıra bazı bölge liderleri davet edilerek katılmıştır. Türkiye'nin karşı duruşu sayesinde, Hazreti Musa'nın dinine ve insanlığa ihanet eden Netanyahu gelememiştir. Ateşkesin pekiştirilerek insanî ihyâ ve yeniden imar mekanizmalarının kurulmasının amaçlandığı Barış Zirvesi'nde, mazlum Gazze erken toparlanma/reconstruct konferansı çağrısı ile Kasım 2025'te Kahire'de yeniden imar konferansının yapılacağı ilan edilmiştir.

Yıllar öncesinden bilinen Gazze'nin boşaltılmasına ve Akdeniz'le Kızıldeniz arasında yeni bir kanalın açılmasına yönelik projenin uygulanması için iki yıldır sürdürülen ön hazırlık safhasında on binlerce masuma kıyılmıştır. Nihayet felâketin ardından gelen ateşkes konusunda bölgede şu söylenmektedir: "Hiç olmazsa katliam durdu!"

Mısır'da düzenlenen zirve, Ortadoğu'nun geleceğine hükmedecek güç dengelerinin yeniden belirlendiği ve ilan edildiği bir dönüm noktasıdır. Toplantıda, Gazze'nin akıbeti, Arap dünyasında siyasî uyanış, Batı'nın bölgeye yeni bakışı ve Yeni Türkiye'nin Birinci Cihan Harbi'nden yüz yıl sonraki konumu Mısır'da yeniden ifadesini bulmuştur.

Harabeye kurulmuş bir keder çadırını andıran Gazze'nin kaderi, çağın vicdanının test edildiği bir sahada belirginleşmiştir. Yeni zamanın tiranlarının ayaklar altına aldığı insanlığın çığlıkları arasında gerçekleştirilen yıkımın ardından atılacak her adım, bölgede ahlâkî ve siyasî yönelişin ekseni gösterecektir. İngiltere'nin güçlü himayesi ve Amerika'nın nezaretinde yapılan zirvede dikkat çeken "yeniden imar" ve "insanî koridor" vurgusu güç paylaşımının dışa vurumundan başka bir şey değildir. Çünkü her türlü yardımı ulaştırıp güvenliği sağlayan yeniden inşâ eder, geleceğin Filistin'inde ve Ortadoğu'da sözünün mutlak geçerliliği olur.

Vakıa, burada asıl mesele, taşın-toprağın hafriyatı ile tuğlaların istif edilmesinden öte maliyeti olan Filistin'in siyasî iradesinin kim tarafından temsil edileceğidir. Bunun yanı sıra Gazze soykırımı karşısında sağır ve dilsizi oynan Bahâî? Mahmut Abbas ve yandaşlarına bundan sonra sahipleri nasıl bir rol ezberletecekler hep birlikte göreceğiz.

İntikam psikolojisi

Mısır, Katar ve Türkiye gibi bölgenin güçlü aktörlerinin gelişmelerin ardından çok daha güçlü etkiye sahip olacakları açıktır.

Hal böyleyken, İsrail'in iç siyaseti ise karşı konulmaz bir intikam psikolojisinin gölgesinde kâbus görmeye devam etmektedir.

Bununla birlikte Trump'ın yönetim koltuğundaki Birleşik Amerika'nın ekonomik normalleşme üzerinden istikrar modelinin de adalet tesis edilmeden kalıcı bir yaklaşım olamayacağı ortadadır.

Belirgin üç yol

Yok edilemeyen Gazze'nin önünde; uluslararası denetime tâbi geçici idare kurulması, Filistin yönetiminin güçlendirilmesi ve Mısır-Katar-Türkiye üzerinden koruma mekanizması tesis etmek gibi belirgin üç yol açıktır. Fakat bu modellerin her biri İsrail'in güvenlik taleplerine ve Filistin'in onur arayışına dokunan karmaşıklıklara sahiptir.

Ortadoğu'da yeni yön, sert güçten yumuşak meşruiyete geçiş şeklinde tebarüz etmektedir.

Mısır Zirvesi, bölgenin sadece ezici! askerî güçle yönetilemeyeceğini göstermiştir. Çünkü on yıllardır savaş, işgal ve yaptırımlarla tanımlanan Ortadoğu, istikrar diplomasisi arayışı ile kendine nefes alacağı yeni bir alan açmaktan başka çare bulamamaktadır.

Yeni dönemde, yumuşak meşruiyet yani insanî, ahlâkî ve medeniyet değerleri üzerinden hareket eden kazanacak ve belirleyici olacaktır.

İşbu kavşakta Mısır, Arap dünyasının entelektüel merkezi olarak etkin arabulucu kimliğiyle bölgede ağırlığını hissettirmek ve belirleyicilerden biri olmak istemektedir.

Suudi Arabistan, modernleşme hamlelerinin yanı sıra İran'la kurduğu geçici fakat kırılgan dengeyi ekonomik güvenliğe dönüştürmeye çalışmaktadır.

ABD, enerji, ekonomi ve güvenlik konularında kendisinin kontrol edip yönettiği istikrar adına "kontrollü ateşkes" siyasetini sürdürmektedir.

Türkiye insanlık vicdanının temsilcisi olarak sahada güçlü şekilde yer almaktadır. Siyasî arabuluculukta tercih edilen bir güç unsuru olarak bütün Filistinli gruplarla konuşabilen ve sözü dinlenen saygın bir aktör olma özelliğini korumaktadır. Bu tablo, Türkiye'nin "medeniyet diplomasisi" adını verdiğimiz çizgide ilerlediğini göstermektedir. Türkiye, vicdanı siyasetinin merkezine koyan, güç ve adalet arasında denge kuran yaklaşımıyla sorunların çözümü için büyük satrançta dikkatli ve iyi düşünülmüş hamleler yapmaktadır.

Hiç şüphesiz Mısır Zirvesi, fevkalâde zor bir barışın eşiğinde toplanmıştır. Süreç, kısa vadede tabii ki kolay bir barış getiremeyecektir. Çünkü Ortadoğu'da barış, imzaların ardından gelmemektedir. ABD'deki İsrail'in siyasetini destek ve himayeleri ile ayakta tutan lobinin hamleleri, Filistin'in bölünmüşlüğü ve egemen güçlerin çıkar hesapları, barış sürecini çok kırılgan kılmaktadır.

Her şeye rağmen bu zirve, bir şeyin altını kuvvetli çizmiştir: Artık hiç kimse Filistin meselesini görmezden gelerek bölgeye istikrar getiremeyecektir. 68 bin kişinin şehid olduğu 170 binden fazla mazlumun yaralandığı Gazze'nin yıkıntıları, dünyaya sessiz ama derin bir çağrıda bulunmaktadır: "Zulüm bitmeden, adalet olmadan ve zalim yargılanmadan kesin barış sağlanamayacaktır!"

Ahlâkî bir güç merkezi

Türkiye, insanî, siyasî ve stratejik meşruiyeti temsil kapasitesiyle öne çıkmaktadır. Böylece Ortadoğu, askerî hegemonya düzeninden medeniyet rekabeti çağına geçebilme kavşağını dönmüştür. Savaş yerine barış, yıkım yerine inşâ, korku yerine huzur ve meşruiyet dili belirleyici hâle gelmektedir. İşte Türkiye, bu dilin en güçlü taşıyıcısıdır.

Türkiye, Ortadoğu'nun belirleyicileri arasında yer almaktadır. Ahlâkî bir güç merkezi olan Ankara; Suriye, Irak ve Lübnan'daki çok ciddi sorunlar yumağında olduğu gibi Filistin meselesine yaklaşımında da "siyasi ve ekonomik fayda" yerine "medeniyet sorumluluğu" üzerinden hareket etmektedir.

Sahip olduğu güçlü imkânlar ve jeopolitik konumu dolayısıyla adeta belâyı üzerine çeken Ortadoğu masasında, Türkiye'nin gerçekçi ve çok net bir duruşu vardır. Pek tabii ki bu duruşun stratejik karşılıkları âfâkîlikten uzaktır:

Türkiye'nin jeopolitik imkânları, tarihî tecrübesi, güçlü ordusu ve ekonomisi ile sağlam bir zeminde yürüttüğü insanî diplomasisi muhataplar tarafından dikkatle takip edilmektedir. Bu çerçevede Türkiye, bütün kardeş ve dost coğrafyalarda olduğu gibi AFAD, TİKA ve Kızılay üzerinden Gazze'ye de fiilî yardımın ana kanallarından biri olmuştur. Bu yumuşak güç, sahadaki nüfuzun en etkili aracıdır.

Buna bağlı olarak Türkiye'nin dikkate alınan saygın siyasî arabuluculuk kapasitesi ve fiilen uygulamaya koyması; Hamas, El-Fetih, Suudi Arabistan, İsrail, Körfez ülkeleri ve Mısır hattında güven telkin edebilen az sayıda aktörden biri konumuna yükseltmiştir. Üstelik bu ilişkiler ağında Türkiye tarafsız değildir. Türkiye bu konumunu akl-ı selim ve adil bir aktör kimliğinin tarafında yer alarak sağlamıştır.

Aynı şekilde yeniden inşâ sürecine geçildiğinde asla göz ardı edilemeyecek bir özellik de Türkiye'nin uluslararası tescile sahip kaliteli imar gücüdür: Türk müteahhitlik sektörü, Suriye'de olduğu gibi Gazze'nin de yeniden inşâsında Mısır ve Katar'la işbirliği içinde öncü rolünü ifâ etme kapasitesine sahiptir.

Bu özellikler, bütün yumuşak güç unsurlarının siyasî ve ekonomik yetkinlikle birleştirilmesi sonucu kalıcı çözümün yolunu açacak çaptadır.

Medeniyet diplomasisi

Türkiye'nin stratejisi, sulh u salâhın komutasına verilmiş askerî gücü bir kenarda tutarak yürütülen "medeniyet diplomasisi" olarak tanımlanınca; insan, adalet, merhamet, vicdan, onur ve barış jeopolitik dilin merkezine yerleşmektedir.

Türkiye'nin uzun güney sınırlarının dayandığı Ortadoğu'nun önünde zor ve çetrefil iki yol bulunmaktadır: Ya bir yeniden doğuş, yani bölgesel dayanışma, adalet ve insanî kalkınma temelinde yeni bir dönem, ya da yeni bir parçalanma sürecine girerek imar fonlarının, vekâlet savaşlarının ve diplomatik hesaplarla süren eski oyunların tekrarı!

Bu iki kader çizgisi arasındaki tercih, toplumların vicdanının desteği ile bölgenin akıllıca fakat cesaretle işletilen karar mekanizmalarınca belirlenecektir.

Atalarının nizamiye kapısında; "Ye'vî ileyhi külli mazlûmin" yani "bütün mazlumların sığınağı" yazan Türkiye, bu vicdanın sözcüsü olabildiği sürece, sadece bir ülke değil, mehabetli bir medeniyet aklının taşıyıcısı olmaya devam edecektir.

Ortadoğu, yeni haritasının belirleneceği bir düzlemdir artık. Birinci Cihan Harbi sonunda sınırları cetvelle çizilmiş haritaların atanmış mâliklerinin tehditler yüzünden tedirginliklerinin şiddetli olması sebepsiz değildir. Gazze, böylesi bir kasvetli projenin birinci konusudur.

Mısır Zirvesi'nde, ateşkesin temin edilerek Gazze'nin yaralarını sararken, bölgede kurulacak yeni düzenin ayrıntılarını da yavaş yavaş ortaya dökmeye başlamıştır. Bu çerçevede Gazze'nin geleceği, kötümserlikten uzak kalınamayacak kırılgan dengelerle sarılıdır. Yeni bir barış sürecinin başlayıp ateşkesin kalıcı hâle gelmesi en hayati meseledir. Uluslararası denetime tâbi yardımların Türkiye-Katar-Mısır hattındaki insanî koridordan ulaştırılması ve devam etmesi sürecin ana omurgasını oluşturmaktadır.

Filistin'in temsil krizi

Gene aynı şekilde Kasım ayında planlanan "Kahire Yeniden İmar Konferansı" da sürecin kilit adımıdır. Türkiye inşaat, mühendislik ve lojistik kabiliyetiyle sahaya girip, Mısır sınır güvenliği ve işgücü desteği sağlayıp, Katar da finans desteği verdiğinde hem insanî hem de siyasî bir denge kurulacaktır.

Bakalım güçlü bir irade gösterilebilecek, Filistin'in temsil krizi aşılacak, uluslararası toplum İsrail üzerinde baskı kurabilecek ve Gazze küllerinden yeniden doğabilecek mi? Ancak bu umut, tarafların sabır, diplomasi ve karşılıklı güven üretme çabasına bağlıdır.

Bunun yanı sıra, ateşkesin gölgesinde kırılgan bir zeminde diplomasi yürütmenin zorluğu ortadadır. Gerçekçi ve temkinli olunmak durumundadır. Süreç, ABD'deki İsrail lobinin baskısı ile Hamas'ın silahsızlandırılması ve ardından tasfiyesini getirebilir. Güçlükle sağlanan ateşkes yürürlükte olsa da sürekli ihlal edilme tehdidi altında kalmaktan kurtulamayacaktır.

Yardımların sınırlı şekilde ulaşması, imar projelerinin siyasî pazarlıklara takılması ve uluslararası fonların geciktirilmesi uzak ihtimal değildir.

Bu tehlikelere karşı bilhassa bölge ülkelerinin işbirliğini sürdürmesi elzemdir.

Bu dönemde, Filistinli gruplar arasında ayrışmaların ortadan kaldırarak birleşmenin sağlanması, güvenli gelecekleri için şarttır. En azından bu yolda iradelerinin duyurulması gecikmemelidir. Hamas, el-Fetih ve diğer grupların tek çatı altında birleşmeleri Filistin yönetiminin uluslararası meşruiyetini yeniden tesis edecektir.

İsrail'in de iç siyasetindeki krizlerin daha da derinleşeceği uzak ihtimal değildir. Gene savaş baronlarının karanlığın devamını çıkarlarına daha uygun görmeleri halinde en kötü ihtimal belirecek, ateşkes çökecek ve bu da bölgeyi yeniden kaosa sokacaktır. Dünya kamuoyu durduramazsa, İsrail iç siyasetindeki radikal kanat, "güvenlik" gerekçesiyle yeni operasyonlara yönelebilir.

Maazallah böylesi feci durumda uluslararası kamuoyunun tepkisinin sınırlı kalacağı sürpriz olmayacak, Arap dünyası bölünecek, Batı dünyası yeniden sessizliğe gömülecektir. Bölge halklarının öfkesi ise büyüyerek varlığını sürdürecektir.

İşte tüm bu kötümser senaryolara karşı diplomasinin imkânları kullanılarak yeni utanç sahneleri ile karşılaşmamak için çaba sarfetmekten başka yol yoktur. Aksi takdirde değil Filistin; Arap dünyası, Türkiye hatta Avrupa istikrarsızlık bataklığına çekilmekten kendilerini kurtaramayacaktır.

Her şeye rağmen, Mısır Zirvesi ve bu çerçevede gündeme gelen senaryolar, insanî diplomasinin nefes almaya devam ettiğini göstermektedir. Ancak kalıcı çözüm şimdilik uzak olsa da kırılgan bir sükûnetin sağlanacağı da belirginleşmiştir. Bu puslu manzara yarı barış hâlidir: Ne savaş ne de gerçek bir çözüm. Yani bitirilmeyen bir bekleme süreci...

Yoğun gerilimlerin azaltılarak bölge sorunlarının çözümüne yönelik adımların sıklaştırılması gerekmektedir. Bu itibarla Mısır Zirvesi, Arap dünyası ve İsrail ilişkilerinde normalleşmeyi ileri bir aşamaya taşımaktan uzaktır henüz. İsrail ve Filistin meselesinde normalleşmenin, adaletin tesisi ile hesap verebilirliğin bir çözüm olarak yerleşmesine bağlı olduğu gerçeğini bir kez daha gündem etmiştir. Kırılgan şartlarda hızlı ilerleyen Trump-Sisi ekseninin eş-evsahipliği ile çalışmasının başarısında, bölgesel aktörlerin yani Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve İran'ın tutumları belirleyicidir.

Türkiye için olası politika seçenekleri ve atılabilecek adımlar önemlidir: Bölgenin en güçlü aktörü olan Türkiye'nin iç ve dış politik dengeler açısından kullanabileceği araçlar elini güçlendirmektedir. Bu noktada etkili insanî diplomasi ile arabuluculuk rolünü güçlendirmesi en etkili ve düşük riskli yoldur. Türkiye, Mısır ve Katar arasındaki üçlü mekanizma ise Gazze'ye insanî yardımlara erişimi hızlandıracak ve geçici güvenlik koridorlarının korunmasını sağlayacak güce sahiptir.

Uluslararası denetime tâbi, BM, Mısır, Türkiye, Katar gibi aktörlerin katıldığı tarafsız sınır güvenliği mekanizmasında,bilhassa Türkiye'nin teknik ve eğitim desteği değerlidir. Fakat bu adım çok hassastır.

Türkiye, uluslararası hukuk ve hesap verebilirlik taleplerini gündemde tutarken diplomasi masasına "koşulsuz adalet" talebini koyacaktır. Ancak bu hamlenin, ABD ve bazı Batılı aktörlerle gerilime yol açabilme sıkıntısı dolayısıyla dikkatli yürütüleceği izahtan vârestedir.

Askerî müdahale ise her açıdan Türkiye için son derece maliyetlidir ve bölgesel gerilimi büyütecek boyuttadır. Bu ihtimalin üzerinde çok dikkatle ve yoğun diplomatik görüşmelerden sonra durulacağı açıktır. Her halde konu üzerinde, ilgili kurumlar gereken en ince ayrıntıları gözeterek çalışacaklardır. Bu durumda Türkiye'nin güvenlik cephesinde acil yapacağı işler daha çok istihbarat-koordinasyon, sahadaki STK lojistik koridorlarının güvenliğinin temini ve diplomatik baskıdır.

Bölgede kutuplaşmanın daha da artmasına karşı, Türkiye'nin AB, ABD ve Mısır eksenindeki dengesi çok fazla dikkat gerektirmektedir. Vakıa Türkiye, sert adımların kısa vadede kazanç sağlamasına rağmen uzun vadede ağır maliyeti olacağının farkındadır. Saldırıların durması, ateşkese uyulması, zulmün sonlanması, kalıcı barışın yerleşmesi, yeniden inşânın başlatılması ve insanlığın yeniden galip gelmesi için çabalamaktadır.

Sonuç olarak birkaç hususa daha temas etmek zait olmasa gerektir.

Mısır'ın Şarm el-Şeyh Barış Zirvesi bir ateşkes pekiştirme ve Gazze'nin yeniden imarı için adım atma ve kalıcı Ortadoğu barışının önünü açma girişimidir. Maalesef bölgesel hassasiyetler bu süreci kırılgan hale getirmektedir. Gazze'nin kaderi, ateşkesin korunması, Kasım'daki imar konferansına verilecek somut bağış/taahhüt hacmi ve saha aktörlerinin koordinasyonuna bağlıdır.

Türkiye'nin güçlü diplomasi, görünür insanî yardım, imara katkı ve BM tarafından koordine edilen mekanizmalara vereceği teknik destek, bölgede insanlığın varlığını daha da pekişecektir.

Mısır'da açılan barış kapısı, sadece Gazze'nin değil, bütün Ortadoğu'nun kaderini belirleyecek önemdedir.

Türkiye, vicdanın diliyle konuştuğu için hem Gazze'nin hem de bölgenin geleceğinde belirleyicidir.

Ortadoğu bir kez daha tarih sahnesinde sınanmaktadır. Bu sefer ki soru/n şudur: Güç mü kazanacak, yoksa insanlık mı?

Şarm el-Şeyh Zirvesi, zulmün kapısının kapatılıp yeniden insanlık kapısına açılan eşiktir. Özellikle Arap ülkelerinde tansiyon çok yüksektir ve her geçen gün yükselmektedir. Bu durumda, şayet konu sürekli çıkar hesabı yapmaksa, o zaman egemenlerin aklı, tansiyonun düşürülmesini amaçlayacaktır.

Türkiye, adalet merkezli bölgesel barış mimarisini hem ahlâkî hem diplomatik temelde kurmak için yol yürümektedir. Çünkü her yerde ve Ortadoğu'da temsil ettiği değerlerinin ve vicdanın tercümanıdır.

Mısır'daki büyük resim, yeni bir güç paylaşımını değil, bir vicdan paylaşımına dair arayışı göstermektedir. Türkiye,diplomatik bir aktör olduğu kadar bölgede ahlâkî nabzı tutan ve medeniyetin temsil gücünü taşıyan güçlü bir ülke olarak bu barış masasında yer almıştır.

Geleceğin Ortadoğu'su, kimin daha güçlü olduğuna değil, kimin daha haklı olduğuna göre şekillenecektir. Çünkü bu çağın dili, vicdandır.