Türkiye artık yeni bir düzen kuruyor. Ve bu düzende Kürtler, eski sistemin “meselesi” değil; yeni sistemin ortağı olarak konumlanıyor. Bu, hem içeride barışın hem de dışarıda etkili bir Türkiye'nin önünü açıyor. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz: Silahların sustuğu, sözün yükseldiği bir çağ.
Birinci Cihan Harbi'ni kazanan emperyalist güçler, dünyayı yeniden pay ederken aynı zamanda yeni bir nizam da kurdular. İngilizler, Orta Doğu haritasını yeniden çizerken Osmanlı'nın ana parçası olan Türkiye'nin durumunu görüşmek için bir komite kurmuştu.
Komitenin en genç üyesi Mark Sykes, şöyle bir öneride bulundu: Osmanlı İmparatorluğu'nun kuzeyi Ruslara, ortası Fransızlara ve güneyi de İngilizlere kalacak.
Ancak Sykes'ın bu önerisi komite tarafından kabul görmedi ve komite şöyle bir karar aldı; yenik imparatorluğu Britanya'nın doğrudan kontrol etmesinden ziyade, ileride istedikleri gibi etkileyebilecek bölümlere bölmek.
Nitekim, bu perspektifle kabul edilip dayatılan Sykes-Picot Antlaşması, Avrupa'da 'Barışa Son Veren Barış' olarak rol oynayan Versailles Antlaşması gibi Orta Doğu' da aynı rolü oynadı. Sykes-Picot Antlaşmasıyla Suriye Fransa ve Irak da İngiltere'nin mandası olarak Osmanlı'dan koparıldı.
Peki Türkiye'de ne oldu? Türkiye, İstiklal Harbi'ni kazanmış olsa da İstanbul İngilizlerin işgalindeydi. Lozan Antlaşmasının imzalanmasından üç ay sonra İngilizler İstanbul'dan çekilerek gitti. Son dönemde ikinci İlber Ortaylı olma yolunda hızla ilerleyen, sergilediği performansla seküler tayfanın yeni gözdesi olan Emrah Sefa Gürkan, İngilizlerin İstanbul'dan çatışmadan çekilişini şöyle anlatıyor: "İngilizler Irak'ı niye kurdu, baksınlar. İngiliz buraya (Türkiye'ye) gelmiş, burada bir rejim kurup gidiyor, ne yapsınlar!"
Yani İngilizler, 'ileride buraya istediğimiz gibi etki edebilelim'i cumhuriyetin genç rejimi üzerinden yapacaktı. Nitekim yaptılar da.
Kürt milliyetçiliği nasıl doğdu?
Batılıların, Osmanlı'nın Türk olmayan Müslüman unsuruna sunduğu devlet teklifini Arnavut ve Araplar kabul ederken Kürtler bu teklifi redderek Halife ile birlikte Türklerle bir olmayı seçti. Fransız'ı Güney'den kovan ve Urfa'ya şanlı, Maraş'a kahraman, Antep'e gazi unvanını kazandıran anasır ne ola ki? Sarıkamış'tan Doğu Cephesi'ne, Çanakkale'den İkinci İnönü Muharebesi'ne ve nihayet Büyük Taarruz'a kadar Kürtler-Türkler birlikte omuz omuza savaştı.
Nihayet Türk ve Kürt'ün beraber kazandığı İstiklal Harbi sonrasındaki süreçte popülist tarihçi Gürkan'ın tabiriyle İngilizlerin kurduğu rejimin yürütücüleri, sözlerinden durmayıp Kürt'ü yok saydı. Modern anlamda 'Kürt meselesi' dediğimiz olgu da o zaman başlıyor. Bu rejim, Kürt'ü asimile edeceğini iddia eden bir politika benimsiyor ancak asimilasyonun gerçekleşmesi için gerekli olan hiçbir şeyi yapmıyor. Okullaşma yok, entegrasyon yok, hizmet yok. Peki ne var? İnkar var, katliam var, sürgün var, işkence var ve en önemlisi 'Sen Türk değilsin' politikası var. Aslında bu rejim, Kürt'ü asimile etmek yerine, bilerek veya bilmeyerek Kürdün kim olduğunu ona hatırlatıp zaman içerisinde Kürt uluslaşmasını sağlayan bir politika benimsedi. Bir nevi bugün modern anlamda bir Kürt milliyetçiliğinden söz ediyorsak bunun en büyük kaynağı Kemalist rejimin uygulamalarıdır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sistemin hegemonik önderliğini devralan ABD, Türkiye'deki rejimi daha da tahkim ederek meselelere 'etki' etme sürecini sürdürdü. Askeri darbelerle siyasete yön veren ABD güdümündeki yönetimler hem dindarlara hem de Kürtlere yönelik ayrımcı politikalarını sürdürdü. Tüm bunların sonucunda tam da İngiliz komitenin 'ileride istediğimiz gibi etki edebileceğimiz bir durum olsun'un ortamı oluştu ve 1984'teki ilk eylemiyle PKK denen bir sonuç ortaya çıktı. Kürt meselesiyle, terörü bir yöntem olarak benimseyen PKK sorunu iç içe geçmiş oldu.
Çözümsüzlüğün bedeli 3 trilyon
PKK ile birlikte, binlerce ölü, milyonlarca güç ve iki unsur arasında ciddi kırılmalar oluşturan bir süreç yaşandı. Bu durumun bir de maddi kayıp yönü var ki İzzet Akyol'un Londra merkezli Demokratik İlerleme Enstitüsü için 2021'de hazırladığı raporda Kürt meselesinin çözümsüzlüğün bedelinin 3 trilyon dolar olduğunu iddia ediyor.
Bu meselenin çözümü için çeşitli hükümetler girişimde bulundu. Merhum Özal ile ilk girişim yapıldı ancak sonuç alınamadı. Merhum Erbakan da bir girişimde bulundu orada da bir netice alınmadı. Nihayet 1999'da ABD'nin Öcalan'ı yakalayıp Türkiye'ye teslim etmesinden sonra artık farklı bir durum ortaya çıktı.
AK Parti, 2002'de iktidara geldikten sonra Erdoğan liderliğinde Kürt sorununa yeni bir yaklaşım benimsedi. 2005'te "Kürt sorunu benim sorunumdur" diyerek çözüm iradesini ortaya koydu. 2009'da başlayan Demokratik Açılım, Çözüm Süreci'ne evrildi; inkâr politikaları sona erdi, Kürtçeye yönelik adımlar atıldı. Ancak süreç, 2015'te PKK ve FETÖ'nün müdahalesiyle, özellikle PKK'nın Suriye'deki kazanımları nedeniyle sonlandı.
Sykes-Picot'nun sonu ve İsrail'in bölgedeki planları
Versailles Antlaşması çok uzun soluklu olmadı ve İkinci Dünya Savaşı'na yol açtı. Sykes-Picot Antlaşması ise yüzyıla varmadan ilk fireyi Irak'ta verdi. Suriye'de ise 8 Aralık 2024'te gerçekleşen devrimle artık miadını doldurdu.
Aslında 8 Aralık devriminden önce Hamas'ın işgalci İsrail'e yönelik gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu ve sonrasındaki gelişmeler Sykes-Picot Antlaşması'nın geçersiz olduğunu İsrail Başbakanı Netanyahu ilan etmişti.
Netanyahu, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te Gazze'de yıllardır süren ambargo ve baskıyı delmek için başlattığı Aksa Tufanı operasyonundan iki gün sonra yaptığı açıklamada sadece Hamas'a cevap vermekle kalmayıp Orta Doğu'yu değiştireceklerini açıkladı. Aksa Tufanı operasyonu, bölgedeki siyaseti geri döndürülemez bir şekilde etkiledi. Her şey yeniden başladı.
Sonrasında Lübnan'ın güneyini işgal ederek toprak genişlemesini sürdüren İsrail, diğer taraftan da Suriye'nin güneyinden Şam'a doğru işgalini genişletti.
İsrail, Suriye'de Kürtler ve Dürziler üzerinden bir düzen kurmayı planlamıştı. Siyonist kabine üyeleri Suriye'deki Kürtler başta olmak üzere Orta Doğu'daki tüm Kürtlerin 'hamisi' olmaya hazır olduğunu ilan etti. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi en baştan buna bir set çekti. Türkiye ile olan ittifakında ısrarcı olduğunu vurguladı. Ancak İsrail'in Suriye Kürtlerine yönelik 'ilgisi' devam ederken Türkiye'nin sinir uçlarına dokunma girişimlerini sürdürdü. Türkiye tam da bu süreçte İsrail planına karşı en üst seviyede devreye girdi.
Bahçeli'nin tarihe yön veren çağrısı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Ekim 2024'te Meclis açılışında yaptığı konuşmada, İsrail'in nihai hedefinin Anadolu olduğunu açıklamasından sonra Türkiye siyasetinde yeni bir dönüm noktası yaşandı.
MHP lideri Devlet Bahçeli, Erdoğan'ın İsrail tehlikesine dikkati çektiği konuşmasından hemen sonra DEM Parti grubu ile tokalaşarak kamuoyunca kendisinden beklenmeyen bir çıkış yaptı. İnsanlar bunun sebebini anlamaya çalışırken Bahçeli herkesi şoke eden o tarihi 22 Ekim 2024 konuşması gerçekleşti: "Öcalan gelsin, Meclis'te örgütün lağvedildiğini açıklasın ve umut hakkından yararlansın." Bu çıkış, Türkiye'nin ikinci yüzyıl tarihi yazılırken en önemli anlardan biri olarak kayıtlara geçti.
Bahçeli, 26 Ekim Ziya Gökalp'ın anma programına yaptığı konuşmada, Gökalp'ten şu alıntıyı yaptı: "Türklerle Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi bakımlardan birleşmişlerdir. Bugün ise ortak düşmanlar ve ortak tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki, Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır."
Gökalp'in yüzyıl önce dile getirdiği durumun bugün de geçerli olduğunu belirten Bahçeli, alıntı yaptığı sözlerin altına imzasını attı.
İslam'ın şanlı ordusu: Türkler ve Kürtler
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 30 Ekim'de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma herhalde siyasi hayatının en önemli açıklamalarından birisini yaptı. Erdoğan, 22 yıllık iktidarları boyunca Türk-Kürt kardeşliğini güçlendirmek için her yolu denediklerini ancak sürekli ihanet ve engellemelerle karşılaştıklarını belirtti. Bahçeli'nin dört gün önce yaptığı Gökalp alıntısına atıf yaparak, "Kürtleri sevmeyen Türk, Türkleri sevmeyen Kürt olamaz" sözünü hatırlatarak, bu anlayışı gönülden benimsediklerini söyledi.
Özellikle Kürt vatandaşlara seslenen Erdoğan, Bahçeli'nin "yalnızca elini değil, tüm vücudunu taşın altına koymasıyla" Türk-Kürt kardeşliğini güçlendirecek tarihi bir fırsat yakalandığına vurgu yaparak, şu ifadeleri kullandı: "Sevgili Kürt kardeşlerim, senden bu eli samimiyetle, sımsıkı tutmanı bekliyoruz. Siyonist İsrail'in aparatlığını, emperyalizmin uşaklığını, Türkiye düşmanlarının maşalığını yapanları aradan çekip çıkarmanı istiyoruz. Sevgili Kürt kardeşim, imanına, İslam'ına, ezanına, vatanına, toprağına, kardeşlik hukukuna sahip çıkmanı istiyoruz. 'Gel Türkiye Yüzyılı'nı birlikte inşa edelim' diyoruz."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, o konuşmasını şu dua ile tamamladı: "Rabb'imden şunları diliyorum: Ey Türk'ü ve Kürt'ü İslam'ın şanlı ordusu kılan Allah'ım, sen Türk'ün ve Kürt'ün kardeşliğini koru, muhabbetimizi çoğalt, imanımızı artır, bize güç ver, bizi tekrar bu kadim coğrafyanın huzur ve barış ordusu yap. Senin her şeye gücün yeter, amin."
İkinci Yüzyıl mesajı: Osmanlı Modeli
Bahçeli de Erdoğan'dan bir hafta sonra yani 5 Kasım'daki partisinin grup toplantısında 22 Ekim'deki çıkışı kadar tarihi bir konuşma yaparak, Türkiye'nin İkinci Yüzyılında nasıl bir model benimseyeceğini açık etti: Osmanlı.
Bahçeli, hedeflerinin Osmanlı Barışı'na benzer bir "Türk Barış Kuşağı" oluşturmak olduğunu belirterek, Türkiye'nin bölgesel ve küresel barışta sorun çözücü bir aktör olarak öne çıkacağını söyledi. İstanbul'un fethiyle kurulan Osmanlı Barışı'nın Balkanlar ve Orta Doğu'da adalet, hoşgörü ve ahlaki düzen sağladığını hatırlatan Bahçeli, "Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve etnik toplulukları bünyesinde nasıl bir arada tutup barış ve sükûnet ortamını tesis etmişse, ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk Barış devrinde aynısı yaşanabilecektir. Türk milleti tarihin hiçbir döneminde asimilasyoncu olmamıştır." dedi.
Öcalan'a yönelik çağrısını bir kez daha yineleyen Bahçeli, şu ifadeleri kullandı: "Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe, bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır."
Öcalan'dan 'Romanı bitirin' çağrısı
Aslında Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği operasyon İmralı'ya koster kaldırmasına vesile oldu. Cumhur İttifakı'nın liderleri tarafından bu denli önemli açıklamalar devam ederken ve 23 Ekim'de Öcalan'ın yeğeni Ömer Öcalan İmralı'ya ziyaret gerçekleştirmesine rağmen ilginçtir DEM Parti bir nevi deve kuşu politikası taktiğini uygulayarak sürece olumlu bir karşılık veren bir tutum sergilemiyordu.
Bahçeli 27 Kasım'da bir kez daha Öcalan çağrısını yinelerken, DEM Parti heyeti 28 Aralık'ta İmralı'ya giderek ilk görüşmeyi gerçekleştirdi. İkinci görüşmeyi 22 Ocak 2025'te yapan heyet, daha sonra Irak Kürdistan Bölgesi'ni ziyaret ederek çeşitli temaslarda bulundu ve nihayet 27 Şubat'ta Öcalan'dan tarihi çağrı geldi: "Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın devrimci duruşu, Bahçeli'nin cesaretli çıkışı ve bir zamanlar "PKK sonu gelmemiş bir romandır" diye Öcalan'ın Cumhur İttifakı liderlerinin meselenin çözümü için ortaya koyduğu iradeye olumlu karşılık vermesiyle, 5-7 Mayıs'ta 12. Kongresini gerçekleştiren PKK romana son noktayı koyarak kendini feshettiğini ilan etti.
Yeni paradigma ve yükselen bölgesel rol
Son yirmi yılda Türkiye'nin yaşadığı büyük dönüşüm, sadece kalkınma hamleleriyle değil, zihinsel ve siyasal paradigma değişimiyle de açıklanmalı. AK Parti'nin, özellikle de Erdoğan'ın liderliğinde yürüttüğü devrimci politikalar, Türkiye'yi sadece altyapı ve üstyapı yatırımlarıyla dönüştürmedi; aynı zamanda onu yeni bir lige taşıdı. Özellikle savunma sanayiinde gerçekleştirilen atılımlar, Türkiye'yi yalnızca bölgesinde değil, küresel ölçekte de dikkate alınması gereken bir aktör haline getirdi.
Erdoğan'ın proaktif ve cesur dış politikası sayesinde Türkiye artık bölgesinde 'oyun bozucu' rolden çıkarak 'oyun kurucu' role sahip bir ülke konumuna geçti. Kafkasya'dan Orta Doğu'ya, Kuzey Afrika'dan Balkanlar'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada, Türkiye'nin onayı ya da en azından bilgisi olmadan yeni bir denklemin kurulması neredeyse imkânsız gibi görünüyor.
Bu büyük sıçrayışın iç cephedeki en kritik tamamlayıcısı ise Kürt meselesi ve onunla bağlantılı olarak PKK sorununun yeniden ele alınmasıydı. Türkiye, artık dışarıda bu kadar etkin bir pozisyon almışken içeride bu meselenin sürüncemede kalmasına tahammül edemezdi. Ve işte tam da bu nedenle, 22 Ekim'de başlayan süreç 12 Mayıs itibarıyla yepyeni bir evreye taşındı. Bu yeni dönem, sadece bir çözüm değil; Türkiye'nin tam anlamıyla bir bütün olarak geleceğe yürümesinin miladı olabilir.
Türkiye Yüzyılı: Kürtler yeni düzende kurucu aktör
Artık her köşe başında duyduğumuz "Türkiye Yüzyılı" ifadesi, sanıldığı gibi kuru bir hamaset ya da seçim meydanlarında yankılanan bir slogandan ibaret değil. Bu kavram, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde nasıl bir bölgesel güç mimarisi kuracağını, küresel denklemde nasıl bir pozisyon alacağını ve belki de en önemlisi, tarihsel rolüne nasıl geri döneceğini işaret ediyor. Kısacası, Türkiye kendi imparatorluk hafızasını güncelleyen bir siyaset kurguluyor.
Dünya çok kutupluluğun eşiğinde değil; çoktan içine girdi. İşte bu yeni denklemde Türkiye, Afrika'dan Doğu Avrupa'ya kadar uzanan geniş bir kuşakta siyasal denge arayışında. İçeride zaaf gösteren devlet, dışarıda inisiyatif kaybediyor. Türkiye bunu gördü ve iç politikada da artık eskiye dönülemeyecek bir noktaya ulaştı. Bugün Türkiye, sadece Batı'nın değil, aynı zamanda Rusya, Çin ve ABD gibi güçlerin etki sahasına adım atarken, içeride istikrarsızlaştırılabilecek bir zemin bırakmamaya kararlı. Eskiden bu tür açılımlar, içeride "sorunlu alanlar" üzerinden sabote edilirdi. Artık bu mümkün değil. Çünkü Türkiye, Orta Doğu'da Batı-İsrail eksenine eklemlenen bir siyaset yerine, kendi eksenini kurma kararlılığı gösterdi. Bu eksenin adı: Türkiye Yüzyılı.
Bu çerçevede, Türkiye'deki Kürtler de artık bu yeni müesses nizamın dışlayıcı değil kurucu aktörlerinden biri olarak yer almak istediklerini gösterdiler. Silahların susması bu yüzden hayatiydi. Bugün gelinen noktada, artık barışın ve ortak geleceğin dili kurulmaya başlandı. PKK'nın bazı açıklamalarında bile 1920 ruhuna yapılan göndermeler, bu zihinsel dönüşümün işaretleri olarak okunmalı.
Türkiye artık yeni bir düzen kuruyor. Ve bu düzende Kürtler, eski sistemin "meselesi" değil; yeni sistemin ortağı olarak konumlanıyor. Bu, hem içeride barışın hem de dışarıda etkili bir Türkiye'nin önünü açıyor. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz: Silahların sustuğu, sözün yükseldiği bir çağ.