ABD Başkanı Donald Trump, NATO ülkelerine gönderdiği mektupta Rusya'dan petrol alımını durdurmalarını istedi. "Tüm NATO ülkelerinin karar vermesi ve Rusya'dan petrol alımını durdurmaları durumunda Rusya'ya büyük yaptırımlar uygulamaya hazırım" dedi. Ayrıca savaş sonrasında Çin'e yüksek gümrük vergileri uygulanması gerektiğini vurguladı. Bu sözler, Trump'ın barış ve yaptırım arasında gidip gelen dilini yeniden gündeme taşıdı. Ancak burada mesele Trump'ın kişisel tutarsızlığı değil; asıl mesele, Amerikan stratejisinin kaosa dayalı doğasıdır.
ABD'nin stratejisi en başından itibaren açıktı:
* Rusya'yı vekâlet savaşıyla yıpratmak.
* Çatışmayı Ukrayna sahasında yürütmek, Avrupa'yı cephaneliğe çevirmek.
* Avrasya'nın batı ucu Avrupa'yı aynı zamanda hedef yapmak.
* Çin, Rusya ve Avrupa'dan oluşan kara kütlesini dengelemek.
* Avrupa'yı hem silah hem kurban kılmak; sanayisizleşmeye, yoksullaşmaya ve toplumsal çalkantılara sürüklemek.
Bu strateji kısa vadede Washington'a avantaj sağladı. Ukrayna cepheye sürüldü, Avrupa enerji bağlarını kaybetti, NATO genişledi. Ama uzun vadede aynı stratejinin içinden büyük bir çelişki doğdu. ABD, Putin'i dizginleyebileceğini zannetti; ama diz çöken Rusya değil, Avrupa oldu. Yaptırımlar Moskova'yı çökertmedi; tam tersine Asya'ya yönelmesini ve daha bağımsız hale gelmesini sağladı. Diz çöken Berlin oldu, Paris'te toplumsal öfke büyüdü, Varşova'da borç yükü ağırlaştı. Hatta öyle ki, Avrupa-ABD arasındaki vassal-efendi ilişkisi daha görünür hale geldi.
Trump hâlâ Rusya'ya yaptırımlardan bahsediyor. Bazen barış vurgusu da yapıyor, ama her ikisi de sonuçsuz kalıyor. Onun bu zikzaklı dili kişisel bir gelgit değil; Amerikan stratejisinin baştan beri yanlış hesapladığı savaş denkleminin dışavurumudur. Trump'ın barışı da savaş stratejisinin bir parçasıydı. Kaldı ki, bütün emperyalist süreçlerde olduğu gibi Amerikan yüzyılında da barış, savaşın ve paylaşımın bir aparatı olmuştur. Amerika için barış, yeni bir savaşın yalnızca molasıdır yani. Washington, ne elde ettiyse savaş çıkararak elde etti, bugün de aynı yöntemi sürdürüyor.
Trump'ın Şangay İşbirliği Örgütü toplantısından sonra Truth Social'da yaptığı paylaşım bunun son örneklerinden:
"Başkan Şi, lütfen Vladimir Putin ve Kim Jong Un'a en içten selamlarımı ilet, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı birlikte komplo kurarken."
Bu sözler, tehditkâr olduğu kadar yüzeyseldi aslında.
Aynı yüzeysellik Trump'ın Alaska'da daha önce dile getirdiğim "Ters Kissinger Stratejisi"nde de vardı. Hatırlayalım... Kissinger, Çin ile Sovyetler Birliği'ni ayırarak Amerika'ya stratejik üstünlük sağlamıştı. "Ters Kissinger stratejisi" ise bunun tersini denemeye çalıştı: Çin ile Rusya'yı ayırmak ve günün sonunda Avrupa'yı da Rus düşmanlığı üzerinden tamamen bağımlı kılmak. Aslında bu son dört yüz yıllık Atlantikçi deniz stratejisinin yeni bir hamlesiydi. Ama bu strateji gerçeklikten kopuktu.
Hasılı bugün görünen tablo bir yanlış hesaptan çok, Amerika'nın yıllardır izlediği kaos stratejisinin devamıdır. Washington'ın düzen inşa etme kabiliyeti yok; çünkü decline/düşüş süreci derinleşiyor. Bunu sürdürmekten başka çaresi yok. Zira kaos, Amerikan hegemonyasının son nefes alma biçimine dönüşmüş durumda.
Trump'ın zikzaklı diplomasisi, bu kaos aritmetiğinin yalnızca bir yansımasıdır; ne barış vaat eder ne de düzen kurar, sadece bitmeyen bir kaos denklemini sürdürür.