Dijital obezite: Bilgi çağının görünmeyen salgını

Prof. Dr. Erol Koçoğlu/ İnönü Üniversitesi
4/25/2025

Dijital obezitenin temel sebebi olarak açıklanan dijital bağımlılık beraberinde birçok davranışsal bozukluk getirmektedir. Mesela FoMO (Fear of Missing Out): Bir şey kaçırıyorum korkusu. Ya da Nomofobi: Telefonsuz kalma fobisi. En acısı ne biliyor musunuz? Bu bozukluklar çocuklarda değil, çoğu zaman biz yetişkinlerde daha belirgin.



Bugün her zamankinden daha fazla ekranla iç içeyiz. Cep telefonlarımız, tabletlerimiz, akıllı saatlerimiz, bilgisayarlarımız... Hayatımızın her anını dijital bir izlekle şekillendiriyoruz. Peki bu teknolojik bolluk içinde, "fazla dijital" olmanın da bir tür obeziteye dönüştüğünü fark ediyor muyuz?

Adına "dijital obezite" dediğimiz bu yeniçağ hastalığı, sadece ekran süresinin artması değil, aynı zamanda ruhsal, sosyal ve zihinsel alanlarımızın dijital içerikle aşırı doyması anlamına geliyor. Tıpkı bedenimizin aşırı gıdayla yorulması gibi, zihnimiz de artık 'dijital toksinlerden' yorgun düşüyor.

Nasıl ki fiziksel obezite bedenimizi yoruyorsa, dijital obezite de ruhumuzu, ilişkilerimizi, düşünme şeklimizi yoruyor. Daha kötüsü: fark etmiyoruz. Hatta bu yorgunluğu başarı sanıyoruz.

Bu sorunu "eğitim" bağlamında ele almak, bir zorunluluk. Çünkü dijital bağımlılık en çok okullarda, sınıflarda, ekran başında büyüyen çocukların geleceğini tehdit ediyor. Öğrenmenin doğallığına, öğretmenle kurulan ilişkiye, düşünme becerisine ağır bir gölge düşürüyor.

Dijital anlamda obez birey; ailesinden, arkadaşlarından ve hatta kendi gerçekliğinden kopuk bir şekilde, sürekli bir bağlantı hâlinde ama derinlikten uzak bir yaşam sürüyor. Anlayacağınız, ne öğrenebiliyor ne unutabiliyor. Yalnızca "tüketiyor."

Bugün çocuklarımıza ekranı yasaklamak yerine ekranla sağlıklı ilişki kurmayı öğretmek zorundayız. Aksi takdirde, dijitalleşmenin getirdiği olanakları değil, yıkımları konuşacağımız bir geleceğe uyanacağız.

Anlamsız ve ölçüsüz tüketim

Geçen hafta bir öğretmen arkadaşımla konuşuyordum. Lise öğrencilerine derste soru soruyormuş. Ama öğrenciler cevap vermek yerine, "Hocam bunu ChatGPT'ye sorduk, orası başka söylüyor" diyormuş. Arkadaşım ne desin? Konu matematik değil ki, yorum istiyor. Ama öğrencinin refleksi bu: Düşünmeden önce aramak, aradıktan sonra da sorgulamamak.

İşte "dijital obezite" dediğimiz şey tam olarak burada başlıyor.

Dijital obezite, dijital araçlara bağımlılık düzeyinde değil, anlamsız ve ölçüsüz tüketim düzeyinde yaşanan bir sorun. Tıpkı bedenin ihtiyacından fazla beslenmesi gibi, zihnin de sürekli bilgiye, uyarana, etkileşime boğulması. Sonuç? Hareket etmeyen bir zihin, yavaşlayan bir ruh, yalnızlaşan bir birey.

Bu yalnızlık sandığınız gibi sadece çocuklarda yok. Gelin açık konuşalım: Bugün birçok öğretmen de ekran obezidir. WhatsApp grubundan çıkamayan, Instagram reels izlerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyen, PDF okurken çocuğuna "bir sus" diyen... Hepimiz bu girdabın içindeyiz. Üstelik eğitim gibi insanla yüz yüze temas isteyen bir alanda!

Dijital obezitenin temel sebebi olarak açıklanan dijital bağımlılık beraberinde birçok dijital davranışsal bozukluklar getirmektedir. Mesela FoMO (Fear of Missing Out): Bir şey kaçırıyorum korkusu. Ya da Nomofobi: Telefonsuz kalma fobisi. En acısı ne biliyor musunuz? Bu bozukluklar çocuklarda değil, çoğu zaman biz yetişkinlerde daha belirgin. Bir öğretmenin teneffüste elinden telefonu bırakmaması, sınıf ortamında telefonu elinden düşürmemesi öğrenciye ne mesaj verir sizce?

Unutmamız gereken şey, öğrenciler örnek alarak değil, kopyalayarak öğrenir. Ve şu anda kopyaladıkları şey: sürekli bağlı kalmak ama gittikçe daha az bağ kurmak. Öğretmenle ve okulla olan bağ ne yazık ki kopma noktasına geldi.

Eğitimde dijital obezite dediğimizde sadece ekrana yapışmış çocukları kastetmiyoruz. Okulun kendisi de obezleşiyor.

– Sınavlar dijital, ama okuma alışkanlığı dijital değil.

– Etkileşimli tahtalar var, ama etkileşim yok.

– PDF'ler uçuşuyor, ama kavrayış yerlerde.

Derslerde video izletmek kolay, düşünme becerisi geliştirmek zor. Öğrenci hazır bilgiyi yutmaya alışmış, öğretmen de zaman kazanmak için kolay yola sapmış. Böyle eğitim, bilgiyle değil içerikle şişiyor.

Peki, ne yapmamız gerekiyor?

Öncelikle, "Şişkinlik bilgi değildir" ifadesini zihnimize kazıyarak anlamlı bir şekilde öğrenmeliyiz.

Sonra ne yapacağız?

Çözümün, teknolojiyi dışlamak değil, onu dijital minimalizm anlayışıyla yönetmekte olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Az ama öz. Ekrana değil, insana odaklı bir öğretim anlayışıyla medya okuryazarlığı, sosyal medya farkındalığı, dijital ayak izi bilinci gibi kavramlarla donanmış bir eğitim sistemi gerekiyor.

Ve en önemlisi şu: Çocuklara dijitali nasıl kullanacaklarını öğreten bir öğretmen modeli gerekiyor. Önce bizde, sonra onlardaki farkındalığı arttırmayı hedefleyen bir model.

Yıllardır öğretmen yetiştiren bir akademisyen olarak, eğitimdeki dönüşümün merkezinde yaşadım ve yaşamaya da devam ediyorum. Öğrencilerin ekrana olan ilgisi, öğretmenlerin dijital kaynaklara yönelişi, okulun artık sanal ortama taşınması... Bunlar birer yenilik gibi görünse de, bir süre sonra fark ettim ki bu yeniliğin içinde bir doygunluk değil, bir taşkınlık var. Bilgiye ulaşmak kolaylaştı, ama öğrenmek zorlaştı. Araçlar çoğaldı, ama amaçlar bulanıklaştı.

-Bunun adına ben "dijital obezite" dedim. Siz ne dersiniz?

Bir eğitimci ve akademisyen olarak, dijital obezite kavramını sadece öğrenciler özelinde değil, bütün bir eğitim sistemi üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çocuklar kadar öğretmenler, veliler ve eğitim yöneticileri de bu sürecin içinde, hatta çoğu zaman merkezindeler. Model ve taklit yoluyla öğrenmenin, eğitim sürecinde doruk noktaya ulaştığı günümüz dünyasında, öğrencilerin etrafında yer alan her bireyin dijital obezite bağlamında değerlendirilmesi, pedagojik anlamda önemsenmesi gereken bir durumdur.

-Eğitimde dijital obezite'nin sebeplerini pedagoji neden açıklayamıyor, ya da nasıl açıklıyor? Şeklindeki soruları duyar gibiyim.

Bu sorulara nesnel bir şekilde verilecek bir cevabın olduğunu sanmıyorum. Ancak, eğitimde dijital obezite konusunu çalışırken fark ettiğim nokta, bugün eğitim üzerine konuşurken artık sadece pedagojik kavramlarla yetinememizdir. Çünkü çocuklar ve gençler, sadece akademik sorunlar yaşamıyor; aynı zamanda psikolojik, davranışsal ve hatta nörolojik etkilerle de baş etmek zorunda kalıyorlar. İşte bu yüzden eğitimde dijital obezite temelli aslında kökeni tıbbî ya da psikolojik olan - nomofobi (telefonsuz kalma korkusu), FoMO (gündemi kaçırma korkusu), aleksitimi (dijital bağımlılığa bağlı tepkisiz kalma, duyarsızlaşma rahatsızlığı), phantom vibration sendromu (telefon çalmadığı, bildirim gelmediği halde gelmiş gibi hissetme), hikikomori (kendini bir yere kapatarak yalnızlaşma) - gibi terimlerle karşılamaktayız

Ancak bunlar artık sınıfların, okul koridorlarının ve eğitim dünyasının gerçeği hâline geldi. Bugün sınıflarda, evlerde ve hatta öğretmenler odasında bu terimlerin hepsi ete kemiğe bürünmüş durumda.

Eğitimde dijital obezite salgını, sadece internet bağımlılığı değil, sosyal medya, oyun, telefon, hatta televizyon bağımlılığının da artık eğitimde dikkate alınması gereken olgular olduğunu yüzümüze çarparak göstermektedir. Üstelik bu bağımlılıklar yeni davranışsal bozukluklara da zemin hazırlıyor. Örneğin öğrencinin derste telefonu çalmasa bile cebinde titreştiğini zannetmesi bir phantom vibration sendromudur. Bunlar tıbbi terimler değil sadece; eğitimin kalbine saplanan sessiz yaralardır.

Bugün artık pek çok öğretmen, teknolojiyi eğitimde bir araç olarak değil, bir "kurtarıcı" gibi görüyor. Konuyu anlatmak yerine video izletmek, grup çalışması yerine ekran üzerinden bireysel çalışma yaptırmak... Hepsi zaman kazandırıyor gibi görünse de, aslında öğretmenin öğretme sorumluluğundan kademeli olarak uzaklaşmasına neden olabiliyor. Eğitimde dijital araçların bilinçsiz kullanımı, sınıf içi etkileşimi azaltmakla kalmıyor; öğretmenin öğrenciyle kurduğu bağın niteliğini de zayıflatıyor. Ayrıca öğretmen kendi dijital alışkanlıklarının farkında değilse, öğrencilerine örnek olma rolünü de kaybedebiliyor. Bir öğretmenin teneffüste sürekli telefona bakması ya da sınıfta sunum yaparken sosyal medya bildirimlerini kontrol etmesi, farkında olmadan öğrencilerde dijitale bağlılık davranışlarını normalleştirebilir. Bu noktada, öğretmenin sadece içerik değil, tutum açısından da rehber olması büyük önem taşıyor.

Tabletle susturulan çocuklar

Ebeveynler açısından dijital obezite, çoğu zaman bir "kolaylık" gibi başlıyor. Sessiz bir yemek, huzurlu bir akşam için çocuğun eline tablet verilmesi artık sıradan bir refleks. Oysa bu "geçici çözüm", uzun vadede çocuğun yalnızca ekranla sakinleşebilen, dijital uyarıcılar olmadan sıkılan ve gerçek dünyayı yetersiz bulan bir birey olmasına neden oluyor. Dijital obeziteye karşı en güçlü savunma, evde kurulacak dijital denge kültürü. Bu sadece süreyle değil, içerikle, iletişimle ve ortak zamanla ilgilidir. Birlikte geçirilen 15 dakikalık nitelikli zaman, saatlerce ekran başında geçirilen sessizlikten çok daha değerlidir.

Bugün çocuklarımızın ilk kelimeleri "anne, baba" değil, "şarjım bitti", "wifi nerede" olmuşsa, bu yazı o ilk kelimelere dönüp bakmanın bir çağrısıdır. Eğer bir eğitimciyseniz, bir ebeveynseniz, bir öğrenciyseniz ya da sadece bu çağın tanığıysanız, yazdığımız bu metinde kendinizden bir şeyler bulacağınıza inanıyorum. Çünkü dijital obezite sadece başkalarının meselesi değil. Bu hepimizin meselesi.

[email protected]