İsrail'in yeni stratejisi bölgesel provokasyon

Doç. Dr. Hasan Bardakçı/ Harran Üniversitesi
6/27/2025

İsrail'in mevcut stratejisi sadece İran'ı hedef almıyor. Aynı zamanda bölgede etnik ve mezhebi fay hatlarını derinleştirme amacı taşıyor. Sünni-Şii ayrımı, Arap-Kürt gerilimi, Türkmenlerin durumu, Dürzilerin konumu gibi pek çok kırılganlık noktası, İsrail'in dolaylı şekilde istismar edebileceği fay hatları haline getiriliyor.



Son haftalarda Ortadoğu'da dikkat çekici bir şekilde yeniden alevlenen İsrail-İran gerilimi, sadece iki ülke arasındaki klasik askeri hesaplaşmalarla sınırlı kalmıyor. Hedef tahtasında yalnızca nükleer tesisler, askeri üsler ya da milis gruplar bulunmuyor. Bu çatışmanın derin jeopolitik sonuçları, Irak'tan Suriye'ye, Lübnan'dan Azerbaycan'a, oradan da İran içindeki etnik gruplara kadar uzanan çok daha geniş ve karmaşık bir stratejiyi gözler önüne seriyor. İşin en kritik ve bir o kadar tehlikeli boyutlarından biri ise, İsrail'in Kürt bölgelerine yönelik başlatmayı planladığı ya da dolaylı olarak tetiklemeye çalıştığı provokatif hamleler. Bu stratejinin ilk sinyalleri, bazı örgüt yöneticilerinin kamuoyuna yaptığı açıklamalarda ve İran'daki Kürtleri rejime karşı ayaklanmaya çağıran söylemlerde açıkça görülmeye başlandı.

Son dönemde, PKK yöneticilerinden Duran Kalkan'ın da aralarında bulunduğu bazı örgüt temsilcileri, İran'ın batısındaki Kürtleri ayaklanmaya çağıran söylemler geliştirmeye başladı. İlk bakışta bu tür açıklamalar, bir dayanışma veya "özgürlük" mücadelesi çağrısı gibi algılansa da, derinlemesine analiz edildiğinde bunun çok daha tehlikeli ve çok aktörlü bir oyunun parçası olduğu anlaşılmakta. İsrail'in Ortadoğu'daki son hamleleri bağlamında değerlendirildiğinde, bu çağrıların ne kadar zamanlamalı, planlı ve kurgusal olduğu görülmektedir. Bu açıklamalar, bölgedeki Kürt halklarının kaderini belirleyici düzeyde etki yaratabilecek potansiyele sahip olup, yanlış okunursa İsrail'in lehine, Kürtlerin ve bölge halklarının aleyhine sonuçlar doğurabilecek açıklamalar.

İsrail yeni cephe arıyor

İsrail'in İran'a karşı yürüttüğü örtülü savaş uzun yıllardır devam etmektedir. Bu savaşın en bariz örnekleri arasında İranlı nükleer bilim insanlarına yönelik suikastlar, nükleer tesislere siber saldırılar, Suriye üzerinden İran Devrim Muhafızları'na ve Hizbullah'a yapılan hava saldırıları yer alıyor. Ancak özellikle 2024 sonlarından itibaren bu çatışma biçim değiştirmeye başladı. Artık sadece askeri hedefler değil, toplumların sosyolojik yapıları da İsrail'in hedef tahtasına yerleşmiş. İran'ın iç dokusundaki kırılganlıklar, yani etnik ve mezhebi ayrışmalar, bu yeni dönemde aktif şekilde kaşınmaktadır.

İsrail istihbarat birimleri, İran'ı içeriden zayıflatmak için çok katmanlı bir strateji yürütüyor. Bu stratejinin temel ayaklarından biri, Azeri, Beluç ve Kürt nüfus gibi etnik grupların sisteme karşı isyana yönlendirilmesi yatıyor. Bu gruplar, İsrail için birer toplumsal mayın gibi görülüyor. Ne yazık ki, bu stratejiyi dolaylı biçimde destekleyen açıklamalar son dönemde bazı Kürt siyasi çevrelerinden de geliyor. Oysa bu tür açıklamalar, sadece bölgesel istikrarsızlığı tetiklemekle kalmaz; aynı zamanda Kürtlerin o ülkelerdeki meşru taleplerini de sabote eder, hak arayışlarını dış müdahalelerle lekeleme riskini doğurur.

Geçmişte Suriye ve Irak'ta DEAŞ'a karşı yürütülen mücadelede Batılı ülkelerin sahadaki öncelikli partner olarak Kürt güçlerini tercih etmesi, özellikle Batı kamuoyunda Kürt hareketlerini "liberal değerlerin taşıyıcısı", "seküler güç", "Batı'nın doğudaki müttefiki" gibi konumlara oturttu. Ancak bu tür tanımlamalar, ne Kürt halkının gerçek taleplerini yansıtır ne de bölgedeki karmaşık dengeleri anlamaya yeterlidir. İsrail'in bu tabloya dahil olması ise, çok daha karmaşık ve sinsi bir mekanizmanın işareti olarak görülmelidir.

İsrail'in Kürtlere yaklaşımı asla stratejik bir ortaklık temelinde değildir. İsrail, Kürtleri bir "denge unsuru" olarak değil, bir "karıştırıcı unsur" olarak kullanmayı tercih etmektedir. Bu yaklaşım, esasen İsrail'in tarihsel güvenlik paradigması olan "çevreleme stratejisi"nin (Periphery Doctrine) güncellenmiş bir versiyonudur. Bu strateji, Arap devletleriyle çevrili bir İsrail'in, Arap olmayan unsurlarla geçici ittifaklar kurarak düşman çevreyi bölme anlayışına dayanır. 1950'lerden bu yana bu doktrin doğrultusunda, İran'daki Şah rejimiyle, Etiyopya'daki Hristiyan Amharalarla, Lübnan'daki Marunilerle ve çeşitli zamanlarda Kürtlerle yakınlık tesis ediyorlar. Ancak tüm bu ilişkilerde ortak değerler ya da tarihi bağlar değil; yalnızca geçici, araçsal çıkarlar esas alınıyor.

Kürtler üzerinden İsrail'in hedefi ne?

Bugün İsrail'in amacı asla Kürtlerin anayasal haklarını savunmak olmamıştır. İsrail'in temel hedefi, İran'ın doğrudan savaşı göze almadan içeriden zayıflatılması ve bölgesel ittifaklarının çökertilmesidir. Bu çerçevede, İran'daki Kürtlerin ayaklanması, İran'ın doğusunda Beluçların daha fazla çatışmaya sürüklenmesi, Azeri kimliğinin Türkiye ile duygusal bağlarının kaşınması gibi adımlar aynı zincirin halkalarıdır.

Bu planın tehlikeli yanı, İran'daki etnik gerilimlerin Türkiye, Irak ve Suriye sınırlarına da kolaylıkla sıçrayabilecek olmasıdır. Eğer İran'daki Kürt bölgelerinde kaos yaşanırsa, bu durum Irak'ın kuzeyini, Suriye'nin kuzeydoğusunu ve Türkiye'nin doğusunu doğrudan etkiler. Dolayısıyla bu tür provokasyonlar yalnızca İran'a değil, tüm bölgeye karşı kurulmuş bir tuzaktır.

Duran Kalkan' nın yanlış yönlendirmesi

PKK yöneticilerinden Duran Kalkan'ın İran'daki Kürtleri rejime karşı ayaklanmaya çağıran açıklamaları ve Suriye'den Salih Müslim'in de benzer açıklamaları, bir yandan Kürt halkının gerçek sorunlarını gölgede bırakırken, diğer yandan İsrail'in arzuladığı bölgesel kaos için çok kullanışlı bir zemin oluşturuyor. İran gibi etnik kimliklere duyarlı ve merkeziyetçi bir devletin, bu tür açıklamaları iç tehdit olarak algılaması kaçınılmazdır.

Bu açıklamaların zamanlaması da manidardır. İsrail'in İran'a yönelik saldırılarını artırdığı bir dönemde, Kürt hareketinden gelen bu tür çağrılar uluslararası kamuoyunda "Kürtler İsrail'in yanında" algısı oluşturabilir. Bu ise, hem İran'daki Kürtlerin, hem de Irak, Suriye ve Türkiye'deki Kürtlerin toplumsal dokuda yalnızlaşmasına yol açabilir.

Yani İsrail'in mevcut stratejisi sadece İran'ı hedef almıyor. Aynı zamanda bölgede etnik ve mezhebi fay hatlarını derinleştirme amacı taşıyor. Sünni-Şii ayrımı, Arap-Kürt gerilimi, Türkmenlerin durumu, Dürzilerin konumu gibi pek çok kırılganlık noktası, İsrail'in dolaylı şekilde istismar edebileceği fay hatları haline getiriliyor.

Bu bağlamda Kürt bölgeleri özel bir önem taşıyor. İran'ın batısındaki Kürt bölgeleri, Türkiye sınırına, Irak'taki Erbil'e ve Suriye'deki Kamışlı hattına kadar uzanan geniş bir coğrafyada etnik geçişliliğe sahip. Eğer İsrail, bu bölgelerde yeni bir ayaklanma zemini oluşturursa, bunun Türkiye'ye, Irak'a ve Suriye'ye yansımaması mümkün değildir. Böyle bir durum bölgesel güvenliği doğrudan tehdit eder.

Türkiye'nin duruşu belirleyici

Türkiye bu konuda oldukça hassas bir konumda durmakta. Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde olduğu gibi, İran sınır hattında da benzer bir tehdit algısı içindedir. İsrail'in bu bölgelerde dolaylı etki kurması, Türkiye açısından ulusal güvenlik tehdidi oluşturur.

Bu nedenle Türkiye, hem kendi Kürt vatandaşlarına yönelik politikalarında daha kuşatıcı ve hak temelli adımlar atmalı, hem de dış müdahalelere karşı bölgesel ittifaklar kurmalıdır. İran, Irak ve Suriye ile yapılacak istihbarat temelli güvenlik işbirlikleri, dış aktörlerin etnik kışkırtmalarını boşa çıkarabilir.

Kürt halkının bu oyunu görmesi gerekiyor

Bu süreçte en önemli görev, Kürt aydınlarına ve kanaat önderlerine düşüyor. İsrail'in veya başka bir dış aktörün kendi planları uğruna Kürtleri kullanmasına izin verilmemelidir. Kürt halkı, tarih boyunca Batılı ülkeler tarafından birçok kez kullanılmaya çalışılmış ve ardından yalnız bırakılmıştır. İsrail'in İran'daki Kürtleri isyana teşvik etmesi, Kürtlerin lehine değil, aleyhinedir. Bu tür provokasyonlar, İran'daki Kürtlerin kültürel hak mücadelesini bile sabote edebilir.

Bugün yapılması gereken, Kürtlerin İsrail'in değil, Ortadoğu halklarının yanında konumlanmasıdır. Türklerle, Araplarla, Farslarla, Türkmenlerle bir gelecek inşa etmek mümkündür. Ancak bu gelecek, Batılı devletlerin ve İsrail'in dayattığı senaryolarda değil, yerli halkların ortak aklında ve barış zemininde şekillenmelidir.

Uyanık olunmalı

İsrail'in İran'a saldırıları bölgesel bir savaş tehdidi taşıyor olabilir, ama daha büyük ve sinsi bir tehdit, bu saldırıların etnik kışkırtmalarla bir iç savaş atmosferi yaratma potansiyelidir. Kürt bölgeleri bu noktada kırılgan bir hedef haline gelmiş durumda. PKK çevrelerinin bu oyunda rol alması, sadece Türkiye'ye değil, tüm Kürt halkına zarar verir.

Bu noktada sorumluluk sadece devletlere değil, halklara da düşmektedir. Dış müdahalelere karşı bilinçli olmak, kardeşliği savunmak, İsrail gibi kaostan beslenen aktörlere karşı birlik olmak zorunluluktur. Aksi takdirde, Ortadoğu halkları bir kez daha aynı senaryoyu farklı başlıklarla yeniden yaşamak zorunda kalacaktır.