Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Nuh ALBAYRAK

Analiz… CHP, Kürtlerle helalleşir mi?

Analiz… CHP, Kürtlerle helalleşir mi?

10 Ocak 2023 Salı

"Terör" denen belânın bütün topluma zarar verdiğini, 40 yıldır yaşayarak öğrendik. O halde, "insan"a saygısı olan herkesten, terörle mücadeleye destek vermesini beklemek hakkımızdır.

Bu noktada, "terörle mücadele"den ne anladığımızı sorgulamak gerekir. Çünkü başlangıçta, "PKK ile mücadele"den, sadece "askerî mücadele" anlaşıldı ve öyle yapıldı. Ancak nice yıllar kaybedildikten sonra, kalıcı bir mücadele için bunun yeterli olmadığı görüldü.

Nitekim son yıllarda atılan adımlarla, örgütün istismar alanları kapatıldı. Bu sayede, örgüte yönelik lojistik ve kadro desteği neredeyse sıfırlandı. Bunun sonucu olarak, terör örgütü de bitme noktasına geldi. Güneyimizde oluşturulan verimli terör tarlalarında yetiştirilen mankurtların, ülkemize sızarak bir şeyler yapmaya çalışması, tamamen farklı bir boyut olmakla birlikte, bunlar da büyük ölçüde kontrol altına alınmış olup, eylemleri daha plân aşamasında engellenmektedir.

Yani terör örgütü ile mücadelede devletin de bölge halkının da üzerine düşeni yaptığını söyleyebiliriz. Bu durumda, terör örgütünün tamamen marjinalleşerek toplumun gündeminden düşmesi gerekirdi. Ama düşmedi...

Çünkü örgüt, HDP gibi bir "can simidi"ne sahip olduğu için dağda yediği darbeyi, Ankara'nın göbeğinden gelen destekle telafi etmektedir.

HDP, iddia edildiği gibi "Kürt siyaseti" yapan bir parti değil, parti görünümlü bir "örgüt şubesi"dir. Siyasî kimliğini kullanarak devletin imkânlarını PKK'ya taşımakta, teröre destek sağlamaktadır.

HDP'yi yönetenler, maalesef "tabanımız" dedikleri Kürtlerin ortaya koyduğu basireti gösterememiştir. Nitekim HDP'ye oy verenler; parti yönetiminin, bu PKK iltisaklı tavrını tasvip etmediğini, 2015'deki hendek teröründen bu yana defalarca göstermiştir.

Bu durumda şu soru akla gelmektedir:

HDP; Kürtlerin tasvip etmediği bu "terör yandaşlığı"nı nasıl sürdürebilmektedir?

İşte tam bu noktada karşımıza CHP çıkmaktadır. Zira HDP, PKK'ya hizmetini, CHP sayesinde yürütmektedir. CHP'nin bu desteği, HDP için çok değerli olup "paratoner" fonksiyonu görmektedir.

Peki, ulusalcı bir parti, Türkiye'yi bölmek isteyenleri neden desteklemektedir?

Bu desteği, sadece Kılıçdaroğlu'nun müflis siyasetine bağlamak sığ bir bakıştır. CHP'nin, Kürtler ve PKK konusundaki geleneksel tavrına biraz "derinden" bakmak gerekir.

Aslında Gazi Mustafa Kemal, Samsun'dan yola çıkarken, sağduyulu bir strateji belirlemişti.

Önde gelen Kürt liderlerden Cemilpaşazâde Kâzım'a gönderdiği 11 Haziran 1919 tarihli telgrafta, "Bağımsız bir Kürdistan İngilizlerin plânıdır. Ancak, Kürt kardeşlerimizin merbutiyetini (aidiyetini) teminat altına almak için gerekli hak ve imtiyazları verme yanlısıyım" demişti. (Derin Tarih, Kasım 2014)

Ancak Cumhuriyet kurulduktan sonra süreç farklı ilerlemişti...

Fransız Devrimi'nin parlattığı "Milliyetçilik" kavramını, "ırkçılık" olarak algılayan İttihat ve Terakki'nin Anadolu versiyonu olan "Cumhuriyet Halk Partisi" de, "6 Ok"undan biri olan "Milliyetçilik" ilkesini, maalesef "ırkçılık" olarak uygulamış, Kürtlere yönelik baskı ve yasaklar peş peşe gelmişti.

Birkaç örnek verelim...

24 Eylül 1925'te "Gayet mahremdir" notuyla yayınlanan "Şark Islahat Plânı"nın 13. Maddesi'nde Kürtlerin yoğun yaşadığı il ve ilçeler tek tek sayılıyor ve "Buralardaki devlet ve belediye dairelerinde, mekteplerde, çarşı ve pazarda Türkçeden başka lisan kullananlar hükûmete ve belediyeye karşı gelme suçuyla cezalandırılır" deniyordu. Hükümete karşı gelmek ise "idam fabrikası" gibi çalışan İstiklâl Mahkemesi'nin sahasına giriyordu.

Kürtleri ademe mahkum etmek isteyen CHP, 8 Aralık 1925'te "Kürt ve Kürdistan" demeyi yasaklanmış, "Güneş-Dil Teorisi" ve "Vatandaş, Türkçe konuş!" kampanyasıyla da Kürtçeyi unutturmayı hedeflemişti!

1928 yılında Erkân-ı Harbiye Reisi Fevzi Çakmak'ın imzasıyla gönderilen "gizli" bir emirle, Kürt çocuklarının askerî okullardan ayıklanması talimatı verilmişti! Kürt çocuklarını; "Sen Kürt'sün" diye okuldan atan CHP zihniyeti, 29 Ekim 1933'ten itibaren ise aynı ailelerin okula başlayan çocuklarının; her sabah "Ben Türk'üm..." diye bağırmasını istiyordu! (Darbeden Beter Vesayetler, s. 249)

Başvekil İsmet Paşa, 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet'e verdiği demeçte, "Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir" demişti.

İşi "kafatası taraması"na kadar götürmüşlerdi. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Reşid Galip ve Şemsettin Günaltay, 10 ayrı ekip ile Anadolu'nun 10 değişik bölgesinde 40 bin kişinin kafatasını ölçerek "Türk" olup olmadıklarına karar vermişlerdi! Kafatası ölçüm sonuçlarının açıklandığı Gölcük Yaylası'ndaki basın toplantısında (18 Eylül 1930) Adalet Bakanı Bozkurt, "Türk vatanında, 'öz Türk' olmayanların bir hakkı vardır, o da Türklere hizmetçi; köle olmaktır" demişti. (Aydın Engin, Cumhuriyet, 21 Eylül 2014)

Hatta ilerleyen yıllarda kafatası sevdası cinnete dönüşmüş, Mimar Sinan'ın 347 yıllık mezarı açılarak; kafatası ölçülmüştü. (Akşam, 5 Ağustos 1935)

Kürt köylerine bombaların yağdığı 1930'lu yıllarda Almanya'ya, kemikten geçerek iliği yakan "İperit (Hardal) gazı" siparişi verilmişti. Bu gazın nerede kullanılacağı sorusuna, Kürtleri kastederek "Eşkiyaya karşı" cevabı verilmesi üzerine Almanlar, "Biz bu gazı devletlerin, kendi milletine kullanması için üretmedik" diyerek, parası ödendiği halde göndermemişlerdi. Harekâtlar bittikten sonra gönderilen 30 ton zehirli gaz, Mamak'ta bulunan "Gaz Kimyahanesi"nin yakınındaki tel örgülü arazide yıllarca, açıkta duran bidonlarda bekletilmiş; 1950'den sonra imha edilmişti. (İşgale Benzer Hıyanetler, s. 97)

DP iktidarında bırakılan bu "ulusal fitne" politikaları, CHP zihniyetini devlet yönetimine hâkim kılmak için yapılan darbelerle tekrar hortlamıştı!

Nitekim cuntacılar, 1960 darbesinden dört gün sonra 485 Kürt lideri, Sivas'taki sürgün kampında toplamıştı. Aynı günlerde "Milletin Meclisi"nde "Kürt ve Kürtler" demek yasaklanmıştı. Diyarbakır'a giden Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, kendisini dinleyen Kürtlere, "Bu memlekette Kürt yoktur. 'Kürdüm' diyenin suratına tükürürüm!" demişti!

5 Ekim 1960 tarihinde, güya ülkenin kalkınmasında uzun vadeli stratejiler geliştirmek için kurulan Devlet Planlama Teşkilatı, kalkınma projelerine(!) "Doğu'nun Türkleştirilmesi" ile başlamıştı! Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde, "Türklük Merkezleri" kurulmuştu. "Karma" yatılı okullar açarak ve Türk erkekleri; Kürt kadınlarla evlendirerek Türklük bilinci(!) vereceklerdi! Sonraki adım ise Kürtleri, batıdaki illere taşımaktı!

CHP'nin Kürtlere yönelik ırkçı tavrını, 12 Eylül 1980 darbecileri de aynen sürdürmüştü. Zira 19 Ekim 1983 tarih ve 2932 sayılı kanunun 2. Madde'sinde, "Türkiye'nin tanıdığı devletlerin birinci resmî dilleri dışındaki herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması ve yayınlanması yasaktır" deniyordu.

"Kürtçe yasağı bunun neresinde" diye düşünebilirsiniz.

Çünkü cuntacılar "Kürtçe" ifadesini, kanun metninde bile kullanmamak için kulağı ıraktan göstererek, "Irak'ın 2. resmî dili olan Kürtçe ile..." demek istemişlerdi!

Ortamın, tahrik ve istismara hazır hale gelmesinden sonra da "2. Aşama"ya geçilmiş ve 27 Kasım 1978 tarihinde, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde, "Kürdistan İşçi Partisi (PKK)" kurulmuştu. Çok ilginçtir, "Kürtleri kurtaracağı" iddia edilen PKK'yı kuran 22 komünistten 10'u "CHP'li Türk" idi.

Ne gariptir ki, CHP'nin başlatıp "CHP zihniyeti"nin devam ettirdiği, Kürtleri inkâr politikası, PKK eylemlerinin yoğunlaşmasından sonra da, mütedeyyin Kürtleri; Marksist PKK katilleriyle birleştirivermişti! PKK eylemlerinin faturası Kürtlere kesiliyordu.

Bu bakış, bugün bize çok saçma gelebilir. Ama istismarcıların attığı bu taşı çıkarmak için 40 yıldır uğraşıyoruz. Zira, CHP zulmünün eseri olan PKK, kanlı eylemlerini tırmandırdıkça, devletteki laikler de Kürtlere zulmü artırıyordu!

Terör örgütünü sürekli geliştiren "mümbit" bir ortam oluşmuştu! Bırakın "terörist yetiştirme okulu" gibi çalışan Diyarbakır Cezaevi'ni, devletin herhangi bir dairesine hatta hastanesine yolu düşen en mutedil Kürt bile, oradan "devlet düşmanı" olarak çıkıyordu!

Aralarından biri de, "Bir Kürt ailenin çocuğu dağa çıkmışsa bunun sorumlusu o zavallı anne-baba değil; devlettir" demiyordu! Tam aksine, böyle diyen sağduyulu asker ve bürokratlar hatta liderler; acımasız bir şekilde yok ediliyordu. Nasıl bir düzen yürüyorsa, hıyanet çarkının durdurulmasına, "PKK" ile "Kürtler"in ayrıştırılmasına izin verilmiyordu!

Bu bakış, terör örgütü için âb-ı hayattır! Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimindeki AK Parti iktidarları, terör örgütü ile Kürtlerin ayrıştırılması için 20 yıldır çaba sarf etmektedir. Terörle mücadelede başarı da, bu yolda alınan mesafeyle orantılı olarak artmıştır.

Ama CHP, "Kürtler=PKK" çizgisini hâlâ sürdürmektedir. Resmî sitesindeki "terörle mücadele raporu"nun adı bile "Kürt Raporu"dur!

Kürtlerden oy istemeye yüzü olmayan CHP'nin, Ankara'nın öbür tarafına geçemediğini bizzat itiraf eden Kılıçdaroğlu, "Kürtlerle de helalleşme"den bahsetmektedir. Oysa "CHP mağduru" dindarlara olduğu gibi Kürtlere karşı da çirkin bir ikiyüzlülük sergilenmektedir.

Çünkü bir pişmanlık söz konusu olmayıp, Kürtlere yönelik şaşı bakış aynen devam etmektedir.

Zira, artırarak sürdürdükleri HDP destekçiliği, Kürtlere değil; PKK'ya hizmettir.

Diyarbakır'a kadar giden CHP yöneticilerinin, geniş tabanlı bir Kürt Sivil Toplum Örgütü" diyebileceğimiz "Diyarbakır Anneleri"nin değil de, onlara zulmeden HDP'nin yanında yer alması, CHP'nin genetik hastalığının aynen devam ettiğini göstermektedir. Zaten Kılıçdaroğlu da "CHP'nin çizgisi kıl kadar değişmedi" demektedir.

Görüldüğü gibi; bugün PKK terör örgütünü hâlâ ayakta tutan tek bağ, CHP ve CHP zihniyetli sözde aydın ve akademisyenlerin; "Kürt Siyaseti" aldatmacası üzerinden verdiği "nitelikli destek"tir.

Tekrar hatırlatalım ki, terör örgütüne yönelik mücadelede, CHP kalıntısı hatalarını düzelten devlet, 20 yıldır "PKK'ya darbe; Kürtlere şefkat" ilkesini uygulamaktadır. Bu düzeltmeyi gören Kürtler de PKK'ya tavır koyarak terörle mücadelede yerini almıştır. Karşılıklı çabalarla çok önemli noktaya gelen mücadelenin tam olarak hedefine ulaşabilmesi, CHP başta olmak üzere bütün toplumsal dinamiklerin, PKK'ya ve PKK'ya tavır koyamayanlara karşı net tavır koymasına bağlıdır. Bunu yapmak CHP'nin ve herkesin insanlık görevidir.

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.