İnsanoğlunun birçok temel duygusu ve buna göre şekillenen eylemleri var. Cinsellik, açlık, heyecan, susuzluk gibi. Utanma da temel bir duygudur. İnsanlar, bunu doğalarında taşıdıkları gibi toplum kültürüyle de kazanırlar.
Utanma bir bilinç durumudur. Bilinç durumunda olmayan insan utanma duygusuna sahip olmaz. Deliler, bunu anlatır. Delilik, en iyi bilinç dışı, bilinç parçalanması ve bilinç eksikliği durumu. Bu nedenle utanma da onda eksik, parçalanmış ve eksiktir. Temel duygu olma özelliğini kaybetmiştir. Mesela çıplak dolaşabilir, ulu orta küfredebilir ve herkesin ortasında işeyebilir.
Hayvanlardaki davranışlar şematiktir, utanma yoktur. Yılanlar, tosbağalar, eşekler, öküzler, tavuklar ve horozlar... Hepsi neredeyse utanma duygusunu taşımadan ulu orta çiftleşirler. Namus kavramı da yoktur onlarda.
İnsan, ilk utanmayı bilinç haline geçince fark ediyor. Hz. Âdem ve Hz. Havva, bilince ulaşınca çıplak olduklarını hissettiler. Bu nedenle hemen üstlerini örtmeye çalıştılar. Buna göre örtme de utanmanın eylemsel uzantısı olarak ortaya çıkıyor. Örtmek sınırlamaktır, haddine sahip olmaktır. Nomos ve namusun, aynı kökten gelmesi de tesadüfi değil. Çünkü namus da norm sahibi olmaktır. Toplumlarda anlamı açılır ve belli standartlar kazanır. Düzen bununla kurulur. Yani namusla.
Batıda Hristiyanlık döneminde de çıplaklık ve örtünme yan yanadır. Mesela 18 yaşına kadar peştamallarla hamama giderler. İnsanlar hamama çıplak girer çoğu kez. Çıplak yatağa girerler. Papazlar bile çıplak yatar. Aristokrasi, 17. yüzyıl sonrasında giyimi yeniden öne çıkarır. Örtünmeyi önemser. Sosyolog Norbert Elias, Uygarlaşma Süreci kitabında bunu çarpıcı bir şekilde anlatır.
Beden, toplumların kültürleri içinde utanmayla tanımlanır. Beden benimdir demek beyhude bir çabadır. Kendisi için beden de yoktur. Beden toplumsaldır, kültüreldir. Utanma da bedeni tanımlayan çok temel bir kültür. Medeni toplumlarda kültür olur ve bu nedenle örtünme de buna eşlik eder. Nitekim bütün medeni toplumlarda giyimle donatılan bedenlere rastlarız.
Çıplaklık da bedeni düzenlemenin başka bir biçimi. Özellikle günümüz çıplaklığı için diyorum. Çok ciddi bir kültür, moda, sinema ve popüler medya içinde üretilir. Kendiliğinden çıplaklık değildir. İcat edilen, üretilen ve kitlesel olandır.
Çıplaklığın kültürel paketlenmesi ve üretimi desenlerle, renklerle olur. Cinselliği kışkırtan yırtmaçlar sonuna kadar kullanılır. Kumaşı az elbiseler, panolarda plaj kıyafetli kadınların sokakları istilası... Buna eşgüdümlü şekilde moda da çıplaklığı çeşitli imgelerle göze sokar.
Çıplaklık, kültür içindeki üretiminde bedeni odağa koyar. Göze, beden sokulur. Göz, bedene esir olsun; çarpılsın, bağımlı hale gelsin istenir. Nesnel beden tapısına kadar gider bu. Çıplak beden, gözlere taarruz eder. Onlara bedenin tenselliği ile hücum eder. Beden, tartışılmaz insan kısmıdır.
Çıplaklık gündelik hayatımız içinde akar. Otobüs duraklarındaki panolarda, metrodaki merdivenlerin her basamağına eşlik eden fotoğraflar, televizyon ve sosyal medyada... Beden, önce kime ait olduğu belli olmayan kişilerle ilişki kurar. Sonrasında bilinen bedenlerdeki çıplaklıkla karşılaşırız. Mahallede, okulda, sokakta, markette...
Utanmanın elbette birçok pratiği var. Çıplaklık da utanma yokluğunun olduğu pratiklerden birisi. Kime göre mi? İnananlar için, bu toplumun kültürünü önemseyenler için, Batı çıplak kültür hegemonyasına karşı mesafeli olanlar için. İnsanın "bana göre" dediği şeyin gerçekliği epey sınırlı. Çıplaklık da öyle. Batı moda merkezleri, plajlar ve dizilerle önce paketlenerek ülkemize geldiler. Şimdi de genişliyorlar. Ar, namus, edep, utanma gibi kelimelerden oluşan güçlü bir kültürümüz vardı. Ya bununla yaşamada ısrar edeceğiz ya da çıplaklık ile bunlar dağıtılacak.