Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Ergün YILDIRIM

Depremde mühendisler ve arifler

Depremde mühendisler ve arifler

25 Nisan 2025 Cuma

Anadolu, bir depremler coğrafyası. 30 yıldır birçok yıkıcı deprem yaşadık. Son İstanbul depremi ile yeniden sarsıldık. Deprem binalara, köprülere, meydanlara, yollara çarpmakla kalmıyor. Aynı zaman da insana ve topluma çarpıyor. İnsanları ürkütüyor. Korku, bütün haşmetiyle benliğimizde canlanarak bizi esir etmeye başlıyor.

Modern zamanlarda anlı şanlı mühendislerimiz var. Büyük binalar yapan, büyük köprüler yapan ve büyük otobanlar yapan. Barajlar, gökdelenler ve yollarla tabiata egemen olmaya çalışıyorlar. Zaten modern bilim de öyle diyor. Bilim tabiatla savaşarak ona egemen hale gelecek. Yeni savaşçılar, artık mühendisler. Bu nedenle depremin hem ana aktörleri hem de onunla başa çıkmanın kurtarıcıları. Elbette matematikten daha fazla paraya önem veren bir halkımız da var! Yerel ve merkezi bürokratlar da mühendisler dünyasının parçası.

Her depremden sonra mühendislerimiz medyada boy gösteriyorlar. Bizi teskin ediyorlar. Bu defa sopayla anlatma sırası uluslararası ilişkilercilerden onlara geçiyor. Deprem de savaş gibi yıkıcı. Onunla başa çıkmak için bu defa sopa "bilim". Mühendislik bilimi. Faylar, kuzey-güneyler, şiddet derecesini belirten rakamlar uçup gidiyor.

Korku bilimle, matematikle ve mühendislik ile aşılmaya çalışılır. Modern nesnel ve maddi bilince hitap eden aktörlerle toplumun korku duygusu giderilir. Mühendisler aslında büyük bir terapist rolünü de üstlenirler. Psikolojik ve grupsal terapist davranışlarında bulunurlar. Tek bir psikolog ya da sosyolog yer almaz bu programlarda. İlahiyatçı hiç yoktur. Çünkü matematik kadar nesnel ve bilimsel olan başka bir disiplin yok.

Oysa deprem, en temelinde ciddi benlik sapmalarının ve bunlar üzerinde oluşan kolektif uzlaşmaların ürünü. Tabiatın sarsılması çok tabii. Ancak tabii olmayan onunla ilişki kurma biçiminin fıtri olmaması. Tabiatı daha çok sömürme, talan etme, menfaat sağlama gibi benlik yozlaşmaları toplumda konsensusa varmış. Bu nedenle, "depremin kökensel" yönüne eğilmek zorundayız. En temelinde bencil, menfaatçi, dünyacı ve sömürgen benliğin kolektif uzlaşı ve güce dönüşümüne bakmalıyız. İşte burada ariflerin sesine kulak vermek gerekir.

Bir arifin deprem ile ilgili konuşması bunu güzel resmediyor. Depremin köklü ve farklı bir boyutuna ayna tutuyor. Bu ses medyada egemen değil. Ama buna yol vermeliyiz, kulak vermeliyiz, akıl vermeliyiz. Çünkü mühendisliğin kör tarafına ışık tutuyor.

Arif şöyle sesleniyor:

"Depremden korkuyoruz, kuraklıktan korkuyoruz, sel felaketlerinden korkuyoruz. Dünyevi menfaatlerimiz azalacak diye korkuyoruz. Neden korkuyoruz? En çok günahlarımızdan korkacağız... dilimizden çıkan yanlış kelimelerden korkacağız, merhamet ve şefkat fukarası olmaktan korkacağız, İslam'ın güzel yüzünü göstererek kaba-saba adam olmaktan korkacağız. Velhasıl korku ve ümit arasında bir hayatımız olacak".

Arif geçmiş zamanlardan ve başka âlemlerden seslenmiyor. İçinde yaşadığımız zamandan sesleniyor. Asıl korkmamız gerekenin günahlarımız olduğunu söylüyor. Nedir günah? Bizi yağmacı, doymaz, dünyaya tapar yapan ve hak ve hukuk dışına çıkaran bilinç ve eylemlerimizdir.

Her deprem fiziki olduğu kadar metafiziğidir de. Mühendis depremin fiziğini görür ve konuşur. Arif ise metafiziğini. Fiziği yanlışlığa sevk eden temelin metafizik olduğuna inanır. Onu görür, hisseder. Bu nedenle uyarısını da oraya yapar. Nitekim Kur'an'da anlatılan felaketlerin de metafizik arka planı üzerinde durulur. Yani günahlarla gelen benlik yabancılaşmasına dikkat çekilir. Toplumları felaketlere sürükleyen motivasyonun temelinde ahlak-norm olanın dışına çıkmayla yükselen günahkârlıktır.

Şehrin fiziği kadar, nefsi( benliğin ahlak üzerinde olması) de önemli. Mühendisler ve ariflerin beraberliğinde kurulan kentlerin hem fiziği hem de metafiziği olur. Cemiyeti kamil idealizmini kaybettiğimizden beri bu birlik yok.

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.