Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Selahaddin E. ÇAKIRGİL

Dünya, yeni ve derin bir buhrana yelken açarken; ‘15 Temmuz 2016 Hıyaneti'nin tarihî köklerine bakmak..

Dünya, yeni ve derin bir buhrana yelken açarken; ‘15 Temmuz 2016 Hıyaneti'nin tarihî köklerine bakmak..

15 Temmuz 2025 Salı

Dünyada olup bitenler, yeni bir 'Dünya Savaşı'nın ayak seslerini yansıtırken... Ve ABD Başkanı Trump bir delilik hecmesiyle, herkesin kendi karşısında eğilmesini beklerken... Geçen hafta, Trump'ın kendi yakın çevresindekilerle konuşurken, Rusya lideri Putin'e, 'Moskova'yı yıkarım..' dediği'ni ve Çin lideri Şi'ye de, Putin aracılığıyla, 'Taiwan'a saldırması halinde, Pekin'i vururum...' şeklinde bir mesaj gönderdiğine dair gizli ses kayıtları medyaya yansımıştı. Dün de, Ukrayna Başkanı Zelensky'ye, 'Sana füzeler versem, Moskova'yı vurur musun, Saint-Petersburg'u vurur musun?' şeklindeki sorup, -'Denize düşen yılana sarılır...' misali-, ondan da, 'Evet, vururum; yeter ki siz silahları gönderin...' cevabını aldığı dünya kamuoyuna yansıdı.

Ve geçen sene bu günlerde, kendi vatandaşlarına, seçim mitinglerinde 'en barışçı başkan olacağı'na dair türküler söyleyen Trump'ın da, 3-4 gün önce, 'Biz silahları NATO'ya vereceğiz, onların parasını da bize NATO ülkeleri ödeyecek ve Ukrayna da savaşa devam edecek... Bu konuda NATO Gn. Sekreteri (Hollanda eski başbakanı) Mark Rutte ile anlaştım' demesi, nasıl bir çılgınla karşı karşıya kaldığımızı göstermekte... 'Başkan seçildiğimde, savaşı hemen durdururum' gibi vaatlerle USA Başkanı olan bu kişi, şimdi, Ukrayna'ya Amerika silahlarının NATO aracılığıyla verileceğini ve bu silahların bedelinin de Amerika'ya NATO tarafından ödeneceğinin müjdesini veriyor, halkına...

Ve dahası, yıllar öncesinden beri, Türkiye'nin kendi hava sahasını savunabilmek için ihtiyacı olan Patriot füzelerini Türkiye'ye vermemişken -ve Türkiye de Rusya'dan 'S-400 füzeleri'ni aldığı için sistem dışı hareket etmekle suçlandığını da hatırlarsak-, Trump'ın, şimdi bu Patriot füzelerini Ukrayna'ya göndereceğini açıklamasını da özel olarak değerlendirmeyecek miyiz?

Evet, 'fitne-fücur' işlerine bulaşan tüccarlar için, 'tâcir-i fâcir' nitelemesi vardır, dilimizde... 'Dünyanın en büyük emlâk ve gayrimenkul tâciri' diye ünlenen ve oradan da Amerikan Başkanlığı'na -üstelik- ikinci kez gelebilen 'Trump için, bu sıfatlar, uygun düşer' der misiniz? Yani, Trump ve Amerika, NATO adına tek başına karar verecek; NATO üyeleri de ateş dansına otomatik olarak katılacak. Bu durum, bir '3. Dünya Savaşı'nın fiilen başlamasını da intaç etmeyecek midir?

Ve NATO üyesi Türkiye de, yıllardır söndürmeye çalıştığı bu savaş ateşinin içinde bulabilir kendisini...

Ama böyle bir tablo ortaya çıkarsa, 1995'lerde Bosna'ya; 2000'li yılların başında da Afganistan'a müdahale kararı alan NATO karşısında, Türkiye 'Ben bu ülkelerde 'muharib /savaşçı' olarak değil, sadece şehirlerin yerleşim birimlerinin inzibatını sağlamak üzere vazife alırım' diyerek, bu kararını NATO'ya kabul ettirmesinde olduğu gibi, yarınlardaki muhtemel gelişmeler içinde, NATO üyeliğinin gereğinde üstlenilecek vazifelerde benzer yöntemler tercih edilebilir mi? Aksi halde, bir savaşın içinde, Rusya'nın karşısında yer almış gibi bir duruma sürüklenmek durumuyla karşılaşılabilir.

*

Bu durumda, ayrıca, 'Ben Saint-Petersburg'daki gençlik yıllarımda öğrenmiştim. Bir kavgaya gireceksen, ilk yumruğu sen vuracaksın...' diyen Putin'in de bir sürpriz çılgınlık yapması ihtimal dahilinde değil midir?

Evet, son derece hassas ve tehlikeli bir yöne doğru yol alıyor, dünya gemisi...

Beşeriyet için hayırlısı ne ise, Allah'u Teâlâ'dan onu niyaz ediyoruz...

*

Ve gelelim, '15 Temmuz 2016 Hıyaneti'nin yıldönümüne.

*

'15 Temmuz 2016 Hıyaneti'nin Allah'ın izniyle ve 250'yi aşkın mazlumların kanı pahasına yenilgiye uğratılmasının 9. yıldönümü dolayısıyla, ekranlarda birçok değerlendirmeler yapıldı. Bunlar, o hıyanetin unutulmaması açısından da gerekli ve de genelde ölçülü idi. Ama bir noksan göze çarpıyordu. O da, son 300 senemiz boyunca zincirleme olarak sahnelenen büyük sosyal hadiselerin, üzerinde durmak gereği pek duyulmadı. (TBMM'de açılan ve 27 Mayıs 1960'deki askerî darbe ve halkın sevdiği ve seçtiği Adnan Menderes'in 10 yıllık Başbakanlık'tan sonra Yassıada'da kurulan düzmece bir mahkemede verilen idam kararlarıyla, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın, İmralı adasında en alçakça zulümlerle infaz edilmesini ve sonraki benzer hıyanetleri hatırlatan sergi bu konuda bir istisna sayılabilir; ama yetmez.)

Evet, hele de son 300 yıl...

Hatırlayalım... 285 yıl önce bugünlerde, koskocaman vatan coğrafyasının merkezi olan İstanbul'da, toplumun belli bir küçük kesimi Lâle Devri eğlenceleri içinde yaşarken, Osmanlı idaresi tefessüh etmişliğin sahnelerinden bir diğerini yaşıyor; o hayat tarzına itiraz etmek adına, 'hamam tellakı' olan Patrona Halil önderliğinde sokaklara çıkan kalabalık kitleler, halkın gerçek ihtiyaçlarıyla ilgisiz bir takım yeniliklere olan husûmetlerini en kaba şekliyle ortaya koyuyorlar ve Sultan 3. Ahmed'in tahttan indirilmesi, Sadrâzam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın idam olunması ve 1. Mahmud'un tahta geçmesi gerçekleşiyor; o zevk'u safa âlemlerinin sembolü haline şair Nedim'in, kontrolden çıkmış kızgın kalabalıklara yakalanmamak için damdan dama atlayarak kaçmak isterken, halkın diline, 'Nedim, sana 'damlarda dolaşma...' dedim...' sözünü söyletecek şekilde, yere çakılıp ölmesi de bir ayrı konu...

Ve sonra 'yama'nın artık dikiş tutmayacak kadar yıprandığı bir sosyal bünyede yeni ayaklanma ve de devletlilerden de pansuman tedbirleri gelecekti.

Müslüman halk ve onlarla birlikte olmayı kabullenen, tebâ olan diğer halklar, dış güçler'in İstanbul'daki sefirlerince yönlendirilmeye de başlanıyordu. Ama Omanlı'nın küffar diyarlarında daimi elçilikleri yoktu. İlk kez, 1725'lerde Paris'e bir 'Daimî elçi' gönderilebiliyordu.

*

İçerde ise... Bir atalet veya şeytanî müselles'in / üçgenin içine sıkışmıştı halk... Bu üçgenin tabandaki iki köşesinden birisi 'ilmiye/ ulemâ /okumuşlar' sınıfı, diğer köşesinde ise 'seyfiyye' (kılıç sahipleri, silahlı güçler) ve üçgenin tepesinde de 'kalemiye ve Saray'...

Ama sosyal rahatsızlık arttıkça, bazan 'ilmiyye ve seyfiyye' işbirliği yapıp Saray'daki Sultanı ve etrafındaki vezirleri, umerâyı değiştiriyorlar; ve hattâ 1807'deki Kabakçı Mustafa İsyanı'nda olduğu üzere, Sultan 3. Selim katlediliyordu. Bazan da, 1826'da Yeniçerilik'in kaldırılmasında olduğu gibi olduğu üzere, 'ilmiyye' ile Saray işbirliği yapıp, 'seyfiyye'yi cezalandırıyordu.

Sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın Mısır Valisi olması ve oradan, Osmanlı'ya ayaklanması...

Sonra... Hicaz'da, Vehhabî Hareketi ve İsyanı'nın, Kavalalı Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından bastırılması ve amma... İbrahim Paşa'nın Nizip'te Osmanlı Ordusunu yenmesi ve İbrahim Paşa'nın ordusuyla Kütahya'ya kadar ilerlemesi üzerine, Osmanlı'nın Rusya'dan yardım istemesi...

Ahh Osmanlı, vahh Osmanlı...

Buna bir de, Paris ve Londra'dan desteklenen ve fikren beslenen M. Reşid veya daha sonra Midhat Paşa gibilerin, ya sırtını Moskova'ya dayayan Mahmûd Nedim Paşa'nın Sadrazamlığa gelmeleri...

Ve 'Tanzimat kafası' devreye giriyor. Kılık kıyafet ve diğer şeklî değişikliklerden, medet umuş... 2. Mahmud'un setre pantalon ve fes giydirilmesi... Askerî üniformalarda değişiklikler...

Halk ise, yönetim müselles'inin, / üçgenin içinde, itaat eder, vergi verir, askere giderdi...

Sonra, Sultan Abdulaziz'in katledilmesi. 18771876'da, Avrupa'nın baskılarıyla Meşrutiyet ilan edilmesi... 1877-78'de (Hicrî-1293 Harbi'nde) Rusya karşısında, ağır şekilde yenilişimiz... Rus ordularının bütün Balkanlar'ı geçip, İstanbul kapılarına, Yeşilköy'e; doğuda ise Kafkaslar'ı aşan Rus ordularının Erzurum ve Bayburt'a kadar ilerlemeleri...

Balkanlar'da karışıklıklar... Ve hep yenilgi ve geri çekilişler... Sadece 1897'de Teselya Savaşı'nda, saldırgan Yunanistan'ın ağır şekilde yenilgiye uğratılması ve Osmanlı ordularının Atina'ya dayanmaları üzerine, bütün Avrupa'nın 'Yunanistan'ı, Grek medeniyetinin vârisleri'ni yedirmeyiz' diye tek cephe oluşları...

Ve 1908'de 2. Meşrutiyet'in ilanı... Arkasından da, 1909'da 2.Abdulhamîd'in 33 senelik saltanatının tamamıyla dış güçlerin ayarladığı şekilde sona erdirilmesi ve İttihad-Terakki' cereyanının sanki bir kurtuluş rüzgarı gibi bütün Osmanlı coğrafyalarını etkilemesi ve arkasında, 1911-13' arasında çıkan Balkan Savaşı'nda ağır şekilde yenilişimiz ve 500 yıllık vatan topraklarını kaybedişimiz, 1914'de ise Birinci Dünya Savaşı'na girip ağır şekilde yenilgimiz...

Bu konulara değinmeden, 1923 sonrası ve devamındaki nice askerî darbeler de anlaşılmaz, 15 Temmuz 2016 hıyanetleri de...

*

(Bu konuya gelecek yazıda da devam edelim, inşallah...)

*

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.