Birisi size gelip, 'Bugün, büyük İslam kahramanı Sultan Alparslan'ın vefat günü. Geliniz, onun bu dünyadan gidişi dolayısıyla, ağlayalım...' dese, en azından içinizden tebessüm edersiniz...
Aynı talebi, mesela Selahaddin Eyyubi için, ya da Osman Gazi, Murad Hüdavendigâr, Sultan Fatih ve emsali büyük şahsiyetler için de tepkiniz yine aynı olur herhalde...
Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da katledilişinin yıldönümünde mersiyeler okunması, ona yapılan zulüm ve ihanetin unutulmaması açısından izah edilir. Ama İslam İnkılabı Hareketi'nin büyük beyinlerinden Murtaza Mutahhari, o 'ağıt törenleri'nde sergilenen tavırları da, 'Hz. Hüseyin'e Yezid'in yaptığından daha az olmayan bir zulüm' şeklinde nitelendirmişti.
*
Bizim kültürümüzde ise, ölümler üzerine asırlar içinde şekillenmiş bir gelenek vardır. İyi insanlar için, 'Allah rahmet eylesin. Mekânı Cennet olsun.' denilirken, 'iyi' denilemeyecekler içinse ya susulur; ya da 'Dünya bir zalimden temizlendi, Firavunların yanına gitti. Ateşi bol olsun.' denilir.
'İyi ahlaklı' olarak bilinen 'gayrimüslim'ler içinse, 'Toprağı bol olsun..' deriz.
*
Benim 'ilk' ve 'orta mektep' yıllarımda bugünkü gibi 'resmî ağlama törenleri' yapıldığını hatırlamıyorum. Demek ki, o zamanki öğretmenlerimizin 'laik takvaları'nda bir zaaf varmış!..
Ankara'ya geldiğimde ise, okulumuzun duvarlarında ve de bir resmî dairelerin duvarlarında, C. Başkanı Celâl Bayar'ın, 'Ey (... filan) seni sevmek, ibadettir!' cümlesini okuyup ürpermiştim.
Ömrünün son demlerinde kendisini süzgeçten geçirmek ihtiyacı hisseden ve Üniversite'de, -daha sonra, Türk İnkılâbı'na Bakışlar adı altında bir kitapta toplanmış olan- dersler veren Peyami Safa ise, Milliyet'teki bir yazısında, 'Biz (... filanın) gövdesine tapınan putperestler değiliz...' demek gereğini duymuştu...
Tam da o günlerde -tarihe, tek taraflı yansıtılmaya çalışılan ve sadece övülmesi serbest olan bir şahsın ölüm yıldönümünde- okulumuzda yapılan ve yüzlerce öğrencilerle velilerinin hazır bulunduğu bir törende, önce İstiklal Marşı okunmuş ve özellikle de, 'Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklal...' mısraı daha bir kuvvetle haykırılmış; devamındaysa, okulumuzun doktor olan müdürü ateşli bir konuşma yapıp, önündeki bir büste dönerek, gözyaşları içinde, 'Biz sana inanıyoruz. Biz sana tapıyoruz!' diye haykırıp, hüngür hüngür ağlamıştı.
Öğrenciler adına yapılacak konuşmada, bu satırların sahibi olan genç çocuğa verilmiş ve o da konuşmasının içine Peyami Safa'nın birkaç gün önceki yazısından geçen, 'Biz, (... filanın) gövdesine tapınan putperestler değiliz...' cümlesini tekrarlamıştı.
Müdürümüz daha sonra çağırdığı o genci, 'O sözlerin yerinin orası olmadığını' sert şekilde hatırlatmıştı. (Henüz, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi olmamıştı.)
Ve bu konu, o zamanlar fazla bir hassasiyet oluşturmuyor ve hatta A. Nesin, o zamanki Akşam gazetesinde o merasimleri, 'tapınma ayini' diye alaya alıyor, iğneliyordu.
*
Her haliyle, tarihe geçmiş kişilerin hakkında lehinde-aleyhinde her ne varsa yazılır, bizim ülkemiz hariç... Çünkü, bir lider, 'Tarih doğruları yazmalıdır, ama, tarihi yapana sadık kalmak şartıyla!..' demiştir. Bizdeki örneğin dünyada benzerinin kalmadığını söyleyebiliriz. Bizde ise, bir tarihî kişiyle 1.5 sene kadar evli kalmış bir hanımın, 'Ölümümden 30 sene sonra açılmalı' kaydıyla notere verdiği hatıraları bile yayınlatılmadı...
30 yıl dolmak üzereyken, 2006'da, dönemin T. Tarih Kurumu Başkanı Prof. Y. Halaçoğlu ekranlardan, açıkça, 'Ben bu hatıratı okudum. Eğer bu hatırat yayınlanırsa, TC tarihinin yeni baştan yazılması gerekir!..' demiş ve 'Hiçbir zaman yayınlanmamasına dair bir mahkeme kararıyla üzerine tonlarca beton dökülmüştü.
*
Bu satırları yazarken, ekranlarda, bir fani için, 'O, tek idi, emsalsiz bir dâhi idi. Ondan başka önder ve başkomutan yok!..' vs. cümleleri sıralanıyordu.
*
Ağzı bol laf yapan bir 'rakıcı laikin dediği gibi, 'Gazze bizim neyimize?
İyi ağlamalar...