Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Levent Ersin Orallı

Gönül coğrafyamızın garantisidir Türkiye

Gönül coğrafyamızın garantisidir Türkiye

18 Nisan 2025 Cuma

Ortadoğu'da puslu hesapların yapıldığı, haritaların masada değil sahada çizilmeye çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz. Bu kaotik denklemde Batı dünyasının görmezden geldiği ama bölgenin kaderini belirleyen bir hakikat var ki, Türkiye sadece bir sınır devleti değil, bu coğrafyanın vicdanı ve denge taşıdır. Suriye'nin toprak bütünlüğüne yönelen her tehdit, artık yalnızca Şam'ın değil; doğrudan Ankara'nın meselesidir. Çünkü bu topraklarda terörün yeşermesi, yalnızca sınırları değil, milletlerin kaderini tehdit eder. Ve Türkiye, artık seyreden değil, kader yazan bir devlettir. Suriye'ye uzanan kirli eller, yalnızca bir ülkenin değil, bin yıllık bir medeniyetin siperine çarpmaktadır.

Uluslararası ilişkilerde devletlerin en temel ilkesi, komşularının toprak bütünlüğüne saygı göstermektir. Bu ilke, Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 2. maddesinde de açıkça belirtilmiştir: "Hiçbir devlet, bir diğerinin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanamaz." Ne var ki, günümüzde bu ilke özellikle Suriye söz konusu olduğunda açıkça ihlal edilmektedir. İsrail'in zaman zaman düzenlediği hava saldırıları ve dolaylı müdahaleleri, yalnızca Suriye'nin egemenliğini zedelemekle kalmamakta; bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyen yeni çatışma dinamiklerini de beslemektedir.

Türkiye, tarihsel, coğrafi ve kültürel bağları nedeniyle Suriye'nin kaderinden ayrı düşünülemez. Hatay'dan Halep'e, Kamışlı'dan Lazkiye'ye kadar uzanan hattın güvenliği, Ankara'nın ulusal güvenliğinin bir parçasıdır. Bu bağlamda, Suriye'nin parçalanmasına, ülkede terör koridorları oluşturulmasına ve İsrail başta olmak üzere dış aktörlerin mütecaviz hareketlerine direnç göstermek, Türkiye için sadece bir dış politika tercihi değil; bir beka meselesidir.

*SINIR ÖTESİNDE TERÖRE GEÇİT YOK*

Bugün İsrail'in Suriye'de yürüttüğü operasyonlar, yalnızca İran nüfuzunu kırma çabasıyla açıklanamaz. Bu saldırılar, aynı zamanda Arap dünyasında ve Körfez Bölgesi'nde İsrail'in caydırıcılık gücünü yeniden inşa etme stratejisinin bir parçasıdır. Fakat İsrail unutmamalıdır ki, *Suriye'nin güvenliği artık yalnızca Şam'ın değil; doğrudan Ankara'nın da meselesidir. * Çünkü Suriye'de 8 Aralık devriminden sonra sağlanmaya gayret edilen istikrarın bozulması, Türkiye'nin sınırlarını tehdit eden terör örgütlerinin yeniden yapılanmasına zemin hazırlayacaktır. Bu da Türkiye'nin ulusal güvenliğine açık bir saldırı anlamına gelir.

Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumayı yalnızca bir diplomatik ilke olarak değil, sahada somut adımlarla da savunmaktadır. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi harekâtlar, yalnızca sınır güvenliğini sağlamak amacı taşımamış; aynı zamanda Suriye halkını terör örgütlerinin zulmünden kurtarmayı hedeflemiştir. Türkiye'nin bu operasyonlardaki hassasiyeti, bölge halkının Türkiye'ye olan teveccühüyle de sabittir. Halep, Hama, Humus, Şam ve Afrin sokaklarında gördüğümüz Türk bayrakları Türkiye'ye ilişkin beklentiyi ortaya koyar niteliktedir.

*İSTİKRARSIZLIĞA KARŞI STRATEJİK SİPER*

Uluslararası hukuk açısından da Türkiye'nin bu pozisyonu meşrudur. Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 51. maddesi gereğince, bir devlet, kendisine yönelik açık bir tehdit karşısında meşru müdafaa hakkını kullanabilir. Üstelik Türkiye ile Suriye arasında 1999 yılında imzalanan Ankara Antlaşması da Türkiye'ye açık bir müdahale zemini oluşturmaktadır. Türkiye, bu hakkı hem uluslararası hukuktan, hem de tarihi sorumluluğundan almaktadır.

Sonuç olarak; bugün Suriye'nin güvenliğine yönelen her tehdit, dolaylı yoldan Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmektedir. Bu nedenle, Suriye'de kurulmak istenen gayrimeşru yapılara, istikrarsızlığı körükleyen operasyonlara ve sınır ötesi planlara karşı verilecek açık ve net mesaj şudur:

Suriye'ye uzanan her el, Türkiye'nin kararlılığına çarpar.

Ve bu kararlılık, sadece askeri değil; ahlaki, hukuki ve tarihi bir iradenin tezahürüdür.

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.