Şehitlerimize, gazilerimize ve o gece her şeyini geride bırakarak ölüme koşan milletimize şükranlarımı arz ediyorum.
"15 Temmuz"un 9. sene-i devriyesini, "Tam Bağımsızlık" mücadelemizin son cephesi olan "Terörsüz Türkiye" sürecinin en kritik döneminde idrak ediyoruz.
Bu sürecin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 26 Ağustos 2024 Malazgirt ve 1 Ekim 2024 TBMM açılış konuşmalarındaki "iç cephe" uyarısıyla başladığı sürekli tekrarlanıyor ama bu çağrının asıl gerekçesini kimse hatırlamıyor!
Oysa Erdoğan "iç cephe" uyarısını durduk yere yapmamış, konuşmasının tamamına yakınını İsrail'in saldırganlığına ayırmıştı.
Erdoğan, "İsrail'in Gazze'de bir yıldır sürdürdüğü terör ve soykırım maalesef Lübnan'a uzandı" cümlesiyle başlayarak, muhatap olduğumuz Siyonist tehdit hakkında şu çarpıcı analizi yapmıştı:
İsrail'in, Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer, bizim vatan topraklarımız olacaktır.
Birileri ısrarla görmek istemese de Netanyahu hükûmeti, Anadolu'yu da içine alan bir ham hayal kurmaktadır.
Hatay'ın Yayladağı ilçesindeki Suriye sınırından, Lübnan sınırı, karayoluyla 170 kilometredir. Antakya ile Gazze arası, Ankara ile Aydın arası kadardır.
İsrail'in, Irak ve Suriye'nin kuzeyinde, bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle, nasıl birer uydu yapı kurmak istediğini çok net görüyoruz."
Daha dikkat çekici olan ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İsrail tehdidi karşısında askerî tahkimattan değil iç cepheyi sağlam tutmaktan bahsetmesiydi:
"Fitne girişimleri karşısında 'iç cephemizi' sağlam tutmaya gayret ediyoruz.
Bugün, İsrail saldırganlığı karşısında, içeride ve dışarıda çatışma alanlarının değil, uzlaşma alanlarının öne çıkması gerekiyor. Türkiye, milletimizin ve bölge halklarının güvenliği için öncü olmaya; yapıcı, uzlaştırıcı, birleştirici rol oynamaya ısrarla devam edecektir."
Bu tespitleri dikkate almadan bugünkü "Terörsüz Türkiye" adımlarının doğru anlaşılması mümkün değildir.
Ancak bu çok önemli uyarılar, başta CHP lideri Özgür Özel olmak üzere asıl muhatabı olan kesimler tarafından ciddiye alınmamış, "Ekonomik sıkıntıları unutturmaya çalışıyor" şeklindeki "ucuz" söylemlerle etkisizleştirilmişti!
Hatta Özgür bey, 8 Ekim'de düzenlenen "kapalı oturum"daki bilgilendirmeden sonra da "Türkiye Erdoğan'ın söylediği sözden endişe etmesin, altını dolduracak bir kelime yok. Milletimiz emin olsun ki, bugünden yarına saldıracaklarına dair hiçbir şey yok" diyerek meseleyi önemsizleştirmişti!
Oysa İsrail, bu uyarıdan sonra Irak, Yemen, Suriye ve son olarak da İran'a saldırarak adeta Türkiye'nin etrafını çevirmeye kalkmıştı!
BAHÇELİ, O GÜN DEM SIRALARINA NEDEN GİTTİ?
Bendeniz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, yeni bir döneme geçişi işaret eden bu uyarılarını sadece Meclis kürsünde dile getirmekle yetindiği kanaatinde değilim. MHP lideri Bahçeli'nin, bu konuşma sonrasında DEM sıralarına giderek elini uzatması, bu konuşma esnasında oluşan bir duygunun eseri olamaz. Mutlaka arka plânı olmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26 Haziran 2024 günü Külliye'de gerçekleşen görüşme sırasında Bahçeli'ye, daha ayrıntılı bilgiler aktarmış ve kendisini yine bir "devlet" görevi beklediğini söylemiş olması kuvvetle muhtemeldir! Nitekim Erdoğan ilk "iç cephe" uyarısını, bu görüşmeden iki ay sonra birlikte gittikleri Malazgirt'te yapmıştı.
Hakeza bu projeksiyonun, DEM ve PKK elebaşı Öcalan ile de paylaşıldığını düşünüyorum. 28 Aralık 2024'teki 2,5 saatlik ve 22 Ocak 2025'teki 4 saatlik görüşmelerde bir "zorunlu tercih" müzakeresi yapılmış olabilir.
Tabii ki bunların da, Bahçeli gibi Türkiye'nin beka meselesi açısından bakmasını beklemiyorum. Fakat "Türkiye mi İsrail mi" ayırımında doğru yerde durmamalarının, kendileri ve haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürtler açısından ne anlama geleceğini, İsrail'in sergilediği faşist bencillik ışığında daha doğru anladığı kanaatindeyim.
Nitekim Öcalan'ın yaptığı 27 Şubat 2025 tarihli "Fesih ve silah bırakma çağrısı"ndaki tespit ve değerlendirmeler, Türkiye'nin tutumunu yansıtmaktadır.
PKK'ya hizmet dışında hiçbir siyasî birikimi olmayan DEM'in bile "Türkiye Partisi" olma çabasına girdiği bir dönemde CHP, 2010'dan sonra savrulduğu "Tezkereye Hayır" marjinallik çukurunda kalmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Türkiye'yi son vesayetlerden de kurtarma yolculuğuna AK Parti, MHP ve DEM olarak devam edeceklerini ifade etmesi, CHP'nin bu kritik süreçte nerede durduğunu çok net göstermektedir.
"İÇ CEPHE FİTNESİ" NE DEMEKTİR?
CHP'nin bu tutumunun ne anlama geldiğini, Türk tarihi perspektifinden bakarak değerlendirelim:
Türk milleti, fitne fesat teşebbüslerine hiçbir zaman prim vermemiş, bünyesindeki bütün farklılıkları olgunlukla kucaklamıştır. Nitekim Türkiye düşmanları 40 yıl uğraşmış ama Türklerle Kürtleri karşı karşıya getirememiştir.
Diğer taraftan da milletimiz, gerektiğinde devletinin bekası için canını feda etmekten çekinmemiştir.
O halde Erdoğan'ın "iç cephe" uyarısı, gereksiz bir tedirginlik midir?
Bunun en çarpıcı cevabı, 15 Temmuz gecesindedir.
Zira milletimiz, o gece gerçekten tankı-topu pes ettiren bir beraberlik sergilemiştir. Ama yine o gece yaşadığımız kâbusun, "iç cephe zaafı"nın "cinnet hali" olduğu da unutulmamalıdır!
Peki bu "çelişki" nasıl izah edilebilir?
BİZİM PROBLEMİMİZ "NİTELİKLİ FİTNE"
Değerli dostlar...
Cumhurbaşkanlığı Forsu'ndaki Türk devletlerin çoğu "içeriden" yıkılmıştır. Ancak, bu "iç cephe zaafları", halk arasındaki fitnelerle değil "üst düzey hata veya hıyanetlerle" gerçekleştirilmiştir.
Çünkü, "cengaver" Türkleri cephede yenemeyenler taktik değiştirmiş, "çayın taşıyla çayın kuşunu avlama" yoluna gitmiştir.
Bu "sinsi savaş"a kısaca, "Yeni Tip Haçlı Siyonist Saldırılar" denebilir.
Bu yüzden Erdoğan'ın "iç cephe" uyarısını doğru anlamak için Osmanlı'da "iç cepheyi" ve "devleti" çökerten "fitneler"den başlamak gerekir:
Yüksek tahrip gücüne sahip bu fitneleri iyi tanımak için "Batılılaşma" maskesiyle açılan "Tanzimat" kapısından girenleri iyi tanımalıdır!
Kapıyı içeriden açan Mason Reşid Paşa, "Tanzimat Fermanı"nı 3 Kasım 1839 günü Gülhane'de bizzat ilan ederken, töreni izleyenlerden James Rothschild, yanındaki Hahambaşına "İmparatorluk bünyesindeki bütün Yahudi cemaatlerine, Tanzimat Fermanı'nın açtığı yolda atılması gereken adımları anlatan bir emirname gönderin" talimatı vermişti![1]
Reşid Paşa'dan sonraki Masonların kullanıldığı ilk "Batılı darbe" 30 Mayıs 1876'da gerçekleşmiş ve Sultan Abdülaziz Han tahttan indirilmişti! Başrolde Midhat Paşa, Avni Paşa gibi Türk isimler vardı ama İngiltere Büyükelçisi Sir Henry Elliot, "Darbe, bizim desteğimizle gerçekleşti" diyerek, asıl operasyon merkezinin "Londra" olduğunu açıkça söylemişti.[2]
İkinci hedef, Haçlı Siyonist ittifakı çok üzen Sultan Abdülhamid Han idi.
Filistin'i satmayı reddetmesi üzerine Siyonizm Cemiyeti Başkanı Theodor Herzl'in "Başka bir yol bulmalıyız" diyerek başlattığı bu darbede de, Özgür Özel'in "Atalarımız" dediği "Jön Türkler" kullanılmıştı.
Darbenin ilk basamağı olan II. Meşrutiyet ilânında, "Bir devrim başlattık... Hamur kıvamına gelince fırına verip doya doya yiyeceğiz" diyen Macedonia Locası Üstâd-ı Âzâmı Emmanuel Carasso, bahsettiği darbeyi, sadece 9 ay sonra Abdülhamid Han'a (28 Nisan 1909) bizzat tebliğ etmişti![3]
Bu, o kadar büyük bir darbeydi ki, Balkanlar'da başlayan çözülme, Kuzey Afrika'dan Arabistan'a hatta Anadolu'ya kadar bütün Osmanlı yurdunu sarsmıştı!
"Dünya devleti" hayaliyle yola çıkan İttihat ve Terakki mensupları, çok fena kullanıldıklarını çok geç anlamıştı!
YENİ HAÇLI SEFERİ: "ENTEGRE" TERÖR ÖRGÜTLERİ!
Osmanlı'yı yıkanlar, elbette yerine kurulan devleti de "başıboş" bırakmayacaktı.
Nitekim Türk milletinin 1950'de kavuştuğu demokrasi, ancak 10 yıl sürmüştü!
27 Mayıs 1950'de gerçekleştirilen darbe, Batı vesayetine "Anayasal koruma" getirmişti! Bu dönemde ihdas edilen vesayet kurumları, ilerleyen yıllarda sık sık devreye girerek istikrar ve kalkınmamıza darbe vurmuştu.
Ancak Türkiye'nin asıl gücü, milletin birlik ve beraberliğiydi!
Bunu Kurtuluş Savaşı'mızda yakından görmüşlerdi.
O halde, bu "asıl tehdit"i zaafa uğratmaları gerekiyordu!
Bunu sağlamak için ise, "ırk" ve "inanç" üzerinden iki "Derin Haçlı Seferi" organize etmişlerdi!
"Tek parti" dönemindeki ırkçı baskılardan doğan mağduriyetleri sinsice istismar eden İngilizlerin kurdurduğu PKK, Kürtlerle Türkler arasında bir iç savaş başlatacak; böylece Türkiye "bölünecek" veya "sürünecek"ti!
CIA tarafından dizayn edilen "Hizmet Cemaati" maskeli "Fetullahçı örgüt" üzerinden de, Müslümanlar arasında fitne çıkarmışlardı. "Cemaat" ile hiç ilgisi olmayan bu "batınî" yapı, işgal ettiği Diyanet ve diğer kurumları kullanarak, Fetullahçıları desteklemeyen gerçek Müslümanlara savaş açmıştı.
Dahası, "İslâm'a hizmet" maskesiyle kopardığı tavizlerle, tam bir "Paralel Devlet" kuran FETÖ; devleti "paralel yörünge"ye iterek "devlet gibi" icraat yapmıştı!
Ecnebîlerin talimatına göre hareket eden FETÖ, PKK ve DEAŞ gibi "kardeş örgütler"e de yoğun destek vermişti.
Ayrıca, devleti yönetenleri takip etmiş ve bütün hassas bilgileri, "Güney'deki dost ülke" dedikleri katil İsrail'e iletmişlerdi.
Mesela 13 Mart 2014'te, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "sağırlaştırılmış" makam odasında yapılan çok gizli toplantıda konuşulanlar, nasıl olmuşsa bin km. uzaktaki Tel Aviv'den duyulmuştu! Hatta Türkiye'nin Suriye'deki planlarını ihtiva eden bu bilgiler 2 gün sonra da internette bütün dünyaya ilan edilmişti.[4]
BÜYÜTTÜLER VE "HÜCUM!" EMRİ VERDİLER!
İşte bu vesayet örgütünün, 7 Şubat 2012 tarihinde MİT üzerinden Başbakan Erdoğan'a yaptığı operasyon, devlete "savaş" ilanıydı, savuşturuldu!
Ekonomik işgalini 19 yıldır sürdüren IMF'nin 14 Mayıs 2014'te kovulmasından hemen sonra, "çevre" hassasiyeti üzerinden başlatılan gösteriler; 30 Mayıs sabahı FETÖ'cü polislerin, protestocu çadırlarını yakmasıyla bütün Türkiye'ye yayılan bir "Gezi kâbusu"na dönüşmüştü!
"17-25 Yargı Darbesi"yle Erdoğan'ı devre dışı bırakamayan Fetullahçılar, 10 Ağustos'ta Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için "seferberlik" ilân etmişti!
Çünkü Batı vesayetinin, "Çankaya Tepesi"ni kaybetmemesi gerekiyordu! Ancak kaybetmişlerdi!
Son çare(!), Mustafa Kemal'in arkasına gizlenerek darbe yapmaktı.
FETÖ mankurtlarını kullanan "üst beyin" her ihtimali hesaplamış ve tedbir almıştı! Erdoğan ortadan kaldırılacak ve iç savaş çıkarılacaktı!
Ancak, önceki darbelerin hiç birinde olmadığı kadar acımasız davranmalarına rağmen, milletin kararlı duruşu karşısında pes etmişlerdi!
TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ 15 TEMMUZ'LA BAŞLADI!
15 Temmuz, "takıye" maskesini kaldırmış; Fetullahçı hıyanet ortaya saçılmıştı! Artık, bütün vücudu saran bu kanser mikrobunu temizleme zamanıydı.
Bu intibalarımızı, o akşam ilk saatlerde kaleme aldığımız "Bu gece çok büyük hayırlara vesile olacak..." başlıklı notlarımızda dile getirmiştik:
https://www.star.com.tr/yazar/bu-gece-cok-buyuk-hayirlara-vesile-olacak-yazi-1125679/
Nitekim kritik kurumlar FETÖ enfeksiyonundan kurtuldukça "devlet mekanizması" çalışmaya başlatmıştı!
Mesela yıllardır yapılamayan "terörü kaynağında kurutma" harekâtlarının ilki, 24 Ağustos'ta yapılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, aslında bu harekâtı çoktan başlatmak istediğini; ancak konuyu her gündeme getirdiğinde, "Suriye bataklıktır, girersek çıkamayız" gerekçesiyle karşı çıkıldığını söylemişti.
Yani bugünlerde son aşamasında olduğumuz "Terörsüz Türkiye" süreci, aslında 15 Temmuz'dan sonra başlamıştı. Başka bir ifadeyle, FETÖ hainleri, TSK ve diğer kurumlardan temizlenemeseydi, PKK ile etkili mücadele yapılamaz ve örgüt silah bırakma noktasına getirilemezdi.
TEHLİKE BİTMEDİ; SADECE PUSUYA GİRDİ!
Ancak emperyalistler, bu "kullanışlı maşa"ları asla kaybetmek istemez.
Kısa süre önce (25 Haziran) 41 ilde gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alınan 174 kişinin 11'i albay, 18'i yarbay, 47'si binbaşı, 32'si yüzbaşı, 10'u teğmen, 60'ı astsubay idi. 10'u ise SİHA pilotudur!
Aralarında, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in emir subayı da bulunmaktadır!
Bu kişinin, yıllarca en hassas toplantılara katıldığını düşünmek çok ürkütücüdür.
İRAN'DA DA FETÖ TİPİ YAPI KURMUŞLAR!
İşte İran'ın, 13 Haziran 2025 gecesi yaşadığı kâbus, böyle bir "iç cephe iflası"nın sonucudur. O çapta bir yıkımı, dışarıdan sızan birkaç MOSSAD ajanının gerçekleştirmesi mümkün değildir.
Tıpkı Türkiye'deki gibi İran'da da, "FETÖ tipi" bir "işbirlikçi örgütü" kurdukları anlaşılmaktadır.
Şayet iç cephemizdeki FETÖ işgali bertaraf edilemeseydi, İran'dakinden çok daha derin bir "içten çöküş" yaşamamız kaçınılmazdı!
"DARBE" ÇAĞRISI, EMPERYALİZME CAN SİMİDİ!
Bu bakımdan FETÖ ve PKK gibi iki Haçlı Siyonist fitnesini bertaraf etmeye çalıştığımız kritik bir dönemde, CHP lideri Özgür Özel'in, bu örgütleri kuran ve koruyan Batılılardan destek istemesi çok vahimdir!
Kısa vadeli siyasî hedefler uğruna, milleti sokağa dökme tehdidinde bulunması ve Mısır'da halkın seçtiği Mursi'ye yönelik olarak 3 Temmuz 2013'te gerçekleştirilen darbeyi örnek göstermesi ise tam bir gaflettir.
"Biz Jön Türk'üz. 150 yıldır sizinle savaşıyoruz" diyen CHP lideri, tam bir "31 Mart dejavusu" sergilemiştir![5]
Ancak, bu çağrının milletimizde karşılık bulması mümkün değildir. Bir kere CHP, daima "halka" darbe yapmıştır! Darbelere direnen "Halkla" birlikte olduğu hiç görülmemiştir.
Mesela 15 Temmuz'da halk, darbecilerin karşısına dikilirken CHP neredeydi?
Daha da önemlisi Türk milleti, 15 Temmuz'da FETÖ'yü üzerimize salan Haçlı Siyonistlere haddini bildirirken, aynı zamanda bu emperyalistlerin, Mısır halkına yaptığı Sisi'li darbenin de hesabını sormuştur!
[1] Hasan Mehmet Bulut, İngiliz Derviş, IQ Yayıncılık, İstanbul 2018, s. 68
[2] Henry Elliot, İntihar mı, Katl mi, Kitapçı İlyas, İstanbul, (Osmanlıca baskı; tarih yok) s. 14.
[3] 'Hürriyet' diyerek geldiler ülkeyi alt üst ettiler, Yeni Şafak, 19 Kasım 2011.
[4] 24 Mart 2014 tarih ve 98 No'lu Dışişleri Bakanlığı Açıklaması
[5] İzmir Ticaret Odası, 12 Mart 2024; 31 Mart 2025, Saraçhane Mitingi.