Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Selahaddin E. ÇAKIRGİL

Sadece Hz. Peygamber'e değil; bütün Enbiyaullah'a / peygamberlere ‘ta'n etmek', alçaklıktır!

Sadece Hz. Peygamber'e değil; bütün Enbiyaullah'a / peygamberlere ‘ta'n etmek', alçaklıktır!

01 Temmuz 2025 Salı

Bir alçak kişi, Siyonist Yahudi teröristlerle, onların zorbalığına, zulmüne karşı direnen Filistin'in mazlum ve yiğit Müslüman halkının mücahedesini, Resul-i Ekrem ile Hz. Musâ'nın bağlıları arasındaki bir boğuşma olarak göstermek adına diyerek, bir karikatür çizmiş..

Bir defa, bu kişi, (İsevîler// Hristiyanlar, Hz. İsâ'yı hayalî olarak resmetseler bile); Hz. Muhammed ve Hz. Musa'nın resmedilmediğini bile bilmeyen birisi, ya da bilen, ama bir takım hassasiyetleri tahrik etmeyen isteyen bir 'ajan-provokatör..'

Eğer, ele aldığı konunun hassasiyetini biraz düşünmek isteseydi, 180 sene öncelerdeki ünlü Fransız yazarı Alphonse de Lamartine'in bile Hz. Peygamber için, 'Resimsiz bir Peygamber, bir din kurucusu' ifadesini kullandığının ne manaya geldiğini idrak ederdi, belki..

Hiçbir şey bilmediği veya başta şeylere kurgulandığı için, konuyu taa baştan çarpıtmış..

Muhatabı olan okuyucu kitlesini irşad etmek istiyor idiyse, bilmeliydi ki, bütün Enbiyaullah, /Allah'ın Peygamberleri, hepsi bir arada olsaydı bile, yine birbirleriyle ihtilaf etmezlerdi..

Çünkü, bütün 'Enbiyaullah'ın her birisinin elinden sunulan dinin adı da, İslâm idi.. Sonraları, o Peygamberler eliyle sunulan İslam'ın yerine, aslî 'Kitab'ları olan Tevrat ve İncil'ler de tahrifata uğradığından, 'O peygamberlerin yolundan gidenler' manasında, Musevîlik/ İsevîlik gibi isimlendirmeler öne çıkmış; İlâhî mesajların taşıyıcılığı yerine şahsî meziyetlerine bağlılıkla, bu şahsî isimlendirmeler kullanılmıştır. Ama biz Müslümanlar, başka dünyalarda, 'Muhammedî' olarak isimlendirilmek istendiğimizde, bu isimlendirmeyi derhal reddederiz.

'Musevîlik' ve 'İsevîlik' de biz Müslümanların bir yakıştırması değil..

Hatırlayalım, değişik Tevrat (ya da onların deyişleriyle, Toora) metinleri olduğu gibi; 'Hristiyanlık/ İsevîlik'te de, birbirinden farklı, 'Marko, Luka, Matta, Yuhanna' 4 ayrı İncil vardır, elde.. Bunlara ek olarak Barnabas İncili olarak bilinen İncil ise, Kiliseler tarafından henüz de genel kabul görmemiştir.

250 yıl öncelerin ünlü Fransız düşünürü Voltaire (Volter) ise, 'Felsefe Sözlüğü' isimli ünlü eserinde, 'İncil' denilen yüzlerce kitabın daha olduğunu ve ruhban sınıfının, bir araya gelip, bu yüzlerce kitabı bir masa üzerine koyup, 'Tanrı'ya ait olanlar düşmez..' diyerek masayı salladıklarını ve masa üzerinde kalan bu farklı 4 İncil'i kabul ettiklerini komik bir iddia ile anlatır ki, biz onun gibi de yapmıyor ve Kur'an'ın bize öğrettiği gibi, başkalarıyla, dinleri üzerinde tartışmaya girmeyip, 'Lekum dinikum veliyedîn../ Sizin dininiz size, benim dinim de bana..' deyip, geçiyoruz..

Yunus Emre'nin 850 sene öncelerde dediği, 'Biz kimse dinine hilâf dimezüz, (yanlışlığını tartışmayız..) /Din tamam olıcak, toğar mehabbet!' (Muhabbet de din bir olunca, doğar..) sözü de bize bu telkini yapar. En'âm Sûresi- 108'de de benzer hatırlatma vardır.

Evet, biz, Müslümanlar, başkalarının dinleri, yani, hayatta yaşamak için kabul ettikleri asıl ölçüleri veren yaşayış programlarını onlarla tartışmayız..

Çünkü, Kur'an-ı Mubîn, 'Lâ ikrahe fiddîn..) 'Dinde zorlama da yoktur' derken, biz, kimseye, bir takım diktatörler gibi, darağaçları kurarak, 'Şöyle inanacaksın, böyle inanmayacaksın.' diyemeyiz ve öyle diyenlere de teslim olmayız..

Evet, biz fert olarak böyleyizdir, ama, başka hayat tarzlarında olduğu gibi biz Müslümanlar da bir cemaat / toplum ve bir millet halinde yaşayacak bir şuur ve organizasyona sahip olduğumuz zaman, bizim inancımıza yapılan saldırıları bir 'savaş ilânı' kabul eder ve fert plânında da, toplum plânında da, savunma mekanizmalarımızı harekete geçiririz.

İslam Milleti'nin en aslî ve hayatını şekillendiren değeri, inancıdır; -evet başkalarına kendi inancımızı dayatamayız, ama, başkalarının kendi inançlarını, hayat tarzlarını ve anlayışlarını bize dayatmak şeklindeki niyetlerini ve saldırılarını da, 'vatanımıza saldırı' kabul ederiz.. Çünkü, bir Müslüman için vatan da, vatanın sınırları da, inandığımız değerlerin hâkim olduğu/ olacağı topraklardır; başkalarının ve başka hayat sistemlerinin hâkim olduğu coğrafyalar değil!

*

Evet, biz Müslümanlar bu konuları, sık sık okuduğumuz ve 'İman ettim..' manasına gelen 'Amentü' metninin 'iman çerçevesi' içinde, 'Allah'a, meleklerine, 'Kitap'larına, 'Resul'lerine/ Peygamberlerine, Ahiret Günü'ne ve öldükten sonra diriltileceğimize, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratılıp, bizim irademizle seçip yaptıklarımızdan dolayı imtihan edileceğimize', başıboş yaratılmadığımıza inanırız.

Müslümanlar olarak , belki her birimiz bu ilâhî taahhüt ve sözleşmenin gereklerine göre bir yaşayış çizgisi göstermekte, -şeytanın iğvalarına kapılıp- zafiyetler gösterebiliriz; günahkâr olduğumuzu da bilerek.. Ama, imanımız üzerine diktatörlüklerin, 'Öyle değil, böyle inanacaksınız.' şeklindeki dayatmalarına, resmî ideolojilerin ikonlaştırdığı, putlaştırdığı isim, resim veya ideolojilere asla teslim olmayız..

Bu vesileyle ekleyelim ki, bizim toplumumuzda, önce var olan 'Enbiya'ya/Peygamberlere, ta'n (hakaret) etmek' suçu, 1925'lerde yürürlükten kaldırılmıştı, ve dahası, sonraları , bazı 'ikon'ları korumak için kanunî dayatmalar getirilmişti..

Bugün karşılaştığımız saldırganlık ise, fikir ve ifade özgürlüğü adına denilerek, işlenen bir alçaklıktır.. Hassasiyetimiz de iyi anlaşılmalıdır.. Çünkü, biz ancak inandığımız değerleri içinde yaşamayı ve o değerler için gerektiğinde dünya hayatını terk etmeyi de göze alırız. Bu, insanlık haysiyetimizin gereğidir..

*

Evet, kimseye bir inanç dayatmıyoruz, ama, başkalarının din, resmî ideoloji veya kanunî dayatmalar adına yaptıklarını bu Müslüman millet bilmiyor değil ve birilerinin o gibi dayatmalarını bize dayatmaya kalkışanlar neticelerine de katlanmalıdırlar.

*

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.