Toroslar Türkiye'nin güneyinde bir savunma hattı gibi uzanır...
Bir ucu Suriye'ye ulaşır, diğer ucu, benim doğup büyüdüğüm Burdur'un Yeşilova ilçesine kadar uzanır.
Üç dağın tam ortasına kurulmuş köyüm de işte bu iklimin bir uzantısıdır.
Ne zaman şu metropolün daraltılmış kimlik tasarımı ruhumu sıksa, sıkıştırsa, bu hatta sırtını vermiş çileli iki yörüğün fotoğrafı gelir gözümün önüne.
Özgürlüktür benim için o fotoğraf... Hatta, bunca yenilgilerden sonra ayağa kalkan milletin azmi ve umududur.
Kapitalist enternasyonalizmin kozmopolit iktidar dayatmalarına direnen bu toprakların egemenlik mührüdür işte bu fotoğrafta yer alan Aksakallılar ve Akpürçekliler.
Gönülden akan sözleriyle, darb-ı mesele hamlettikleri düşünceleriyle kimliğimizi yoğuran bu öncüler bir bir ötelere göçüyorlar.
Vallahi bazen düşünmüyor değilim, gittikçe çölleşiyoruz, tekdüze bir hayatın içinde ruhumuzu kaybediyoruz.
Karamsar değilim elbette... hala o aksakallıların ve Akpürçeklilerin anlattıkları hikayelerin bize yurt olmaya devam ettiğini, tecellilerinin bir şekilde egemenlik hikayesini şekillendireceğini düşünüyorum. Çünkü biraz önce bahsettiğim fotoğraftaki Akpürçekli anam bana ta çocukluğumda "umutsuzluk kara kafirin işidir" demişti. Bu söz hiç aklımdan çıkmadı.
Geçen Cumartesi günü son göçünü toplayıp ötelere giden anamın çok kritik zamanlarda söylediği sözler bana hep yurt olmuştur zaten.
Özellikle muhafazakar gençler üzerinde etkisi olan İrancılıkın korkunç zihin iltihabına sebep olduğu demde yaptığı o uyarı yok mu, Türk milletinin terkibi ancak bu şekilde özetlenirdi.
Sene 1993...
Anam İrancılık tehlikesinden korumak istercesine bana aynen şöyle demişti.
"Oğlum Müslümanlığın benim gururum. Ama cahil ananın sözüne gücenmezsen sana bir şey söyleyeceğim... Atalar der ki, soyculuk dinimizce haramdır, emme, soysuzun da dini olmaz be oğlum. Aman ha soyunu unutma."
Alın size ideolojilerin dar muhayyilesini aşan, kadim demde hatem olanın tecellisi.
Ali Şeriati, Mutaharri ile başlayıp kozmopolit İslamcılığın ürettiği propaganda kitapları arasından beni tutup çıkaran ve asıl yurduma döndüren uyarı buydu söz gelimi.
Bu yurt meselesi önemli.
Türk milletinin asıl yurdu amentüsü. Bütün strateji de bu amentüyü bozmak zaten.
Fakat söz eksiktir hükmünce, binden öncekiler amentüyü sadece söze değil hayatın bütününe işlediler.
Açık söyleyeyim, kapitalist enternasyonalizme ayak uydurmak için gerçekleştirdiğimiz ve adına modernleşme dediğimiz sürece rağmen "biz olarak, ferdi birey olarak kalabildiysek" ve "kritik zamanlarda da bunu ortaya koyabildiyse" işte anamızın, babamızın öğütlerine, davranışlarına işlemiş olan amentümüzün bunda büyük payı var.
Söz gelimi kapitalizm, Anadolu'yu Anadolu yapan rızk kavramı ile çelişir.
O zaman direnişimiz pekleşsin, umudumuz artsın diye çocukluğumda aldığım bir öğüdü daha paylaşayım o vakit...
Rahmetli anam, rızkla ilgili üç farklı zamanda deyim yerindeyse amentü tefsiri diyebileceğim üç farklı söz söylemişti...
Birincisi... kurdun, kuşun, insanın ve dahi bütün mahlukun rızkı gün doğmadan dağıtılır. Onun için er kalkın.
İkincisi... rızkın hangi nesnede, hangi tanede olduğu bilinmez. Onun için insan çalışırken işinde rızkın saklı olduğu nesne için çalışmalı.
Üçüncüsü... hırs kötüdür. İnsan çalışırken kurdun kuşun rızkını da gözetmeli.
Torosların batı ucunda çileli bir hayat yaşayan ve fotoğrafta babamla birlikte Türkiye'yi gözetlemeye devam eden anamın işte bu öğütleri benim yurdum...
Ve fikir dünyamın mihenk taşları.
Allah ondan razı olsun.