Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Faik Tanrıkulu

Trump doktrini: Tek taraflı gücün gölgesinde yeni dünya arayışı

Trump doktrini: Tek taraflı gücün gölgesinde yeni dünya arayışı

16 Nisan 2025 Çarşamba

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana, Amerika Birleşik Devletleri'nin dış politikada iki ana yolu takip etmesi beklendi: Ya liberal uluslararası düzenin liderliğini sürdürmek, ya da Amerika sonrası çok kutuplu bir dünyaya çekilerek uyum sağlamak.

Trump, dış politikada alışılmış dengeleri sarsan adımlarla bu "başına buyruk süper güç" vizyonunu netleştirdi. Çin mallarına uyguladığı gümrük tarifelerini 1930'lardaki meşhur Smoot-Hawley Yasası düzeyine çıkararak ticarette korumacılığı ön plana aldı. Aynı dönemde dış yardımları kesti, geleneksel müttefiklerini açıkça görmezden geldi ve hatta Grönland ile Panama Kanalı gibi stratejik öneme sahip yabancı toprakları ABD'ye katma teklifinde bulunarak uluslararası düzenin teamüllerini zorladı.

Washington'un giderek yalnızlaşan dış politika yaklaşımı yalnızca küresel istikrarsızlığa zemin hazırlamakla kalmayacak, aynı zamanda ABD'nin uzun vadeli küresel gücünü de kendi eliyle zayıflatabilir. Bugün ABD'nin tüketici pazarı, Çin ve Euro Bölgesi'nin toplamına denk gelecek kadar geniş. Küresel ticaretin yaklaşık yarısı, uluslararası finansal işlemlerin ise %90'ı dolar üzerinden ve çoğu zaman ABD bağlantılı bankalar aracılığıyla yapılıyor. Bu durum, Washington'a yaptırım uygulama gücü kazandırıyor.

Amerikan şirketleri, küresel ölçekte yalnızca teknoloji üretiminde değil, aynı zamanda sermaye birikimi ve stratejik sektörlerdeki hâkimiyet açısından da bir güce sahip. Bugün dünyadaki girişim sermayesinin yarısı doğrudan ABD menşeili. Enerji ve gıda gibi yaşamsal öneme sahip sektörlerde küresel liderlik, uzun süredir ABD'nin elinde. Daha da önemlisi, yarı iletkenler, havacılık ve biyoteknoloji gibi stratejik yüksek teknoloji alanlarında elde edilen küresel kârların yarısından fazlası Amerikan şirketlerine ait — bu oran, Çin'in yaklaşık on katına denk geliyor.

Kuşkusuz, bu tablo ABD'yi tamamen dışa bağımsız hâle getirmiyor.

Amerikan ekonomisi hâlâ bazı kritik sanayi girdileri konusunda Çin'e bağımlı:

baz kimyasallar, jenerik ilaçlar, nadir toprak elementleri ve düşük seviye çipler gibi alanlar, büyük ölçüde Çin kaynaklı.

Ancak bu karşılıklı bağımlılığın niteliğine bakıldığında, gerçek asimetrinin Çin aleyhine olduğu görülüyor. Çin; yüksek teknolojiye erişim, gıda güvenliği ve enerji tedariki gibi temel alanlarda ABD ve onun müttefiklerine çok daha derin bir şekilde bağımlı.

Askerî açıdan bakıldığında, ABD dünya üzerinde kendi topraklarından binlerce kilometre uzakta büyük ölçekli savaşlar yürütüyor. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini ve küresel ekonomik çıktının üçte birini temsil eden yaklaşık 70 ülke, ABD ile yaptığı güvenlik anlaşmaları yoluyla doğrudan Amerikan korumasına bağımlı. Bu ülkeler, kendi askerî güçlerini sınır ötesine taşıyabilmek için ABD'nin istihbarat ve lojistik kapasitesine ihtiyaç duyuyor.

Amerikan öncülüğünde kurulan liberal uluslararası düzen, artık kendi tarihsel misyonunu tamamlamış durumda. Bu düzen başarısızlığa uğramadı; tam tersine, II. Dünya Savaşı'nın yıkımına ve komünizmin yayılmasına karşı zafer kazandı. 1950'li yılların başında Sovyetler Birliği, Avrasya'nın neredeyse yarısını kontrol ediyordu ve Batı Avrupa'nın iki katı askerî güce sahipti. Özel mülkiyeti kaldırmayı hedefleyen komünist partiler, küresel sanayi üretiminin üçte birine hükmediyor ve birçok Batılı demokraside oyların %40'ına kadarını alabiliyordu.

ABD'nin güvenlik şemsiyesi altında kalan Batı Avrupa ülkeleri, Japonya ve Kanada gibi aktörler, zaman içinde savunma harcamalarını ciddi oranda azaltmış, sosyal refah sistemlerini genişletmiş ve giderek Çin piyasalarına ve Rus enerjisine bağımlı bir yapıya büründüler. Bu ülkeler, yalnızca kendi çevre bölgelerini güvence altına almakta değil, aynı zamanda küresel istikrarı sağlamada da yetersiz kalıyor.

Çin ise iç pazarını dışa kapatırken, küresel pazarlara devlet destekli ihracatla müdahale etmiş ve OECD ülkelerinin ortalamasının yaklaşık on katı kadar bir sanayi politikası bütçesi kullandı. Bugün Çin, gemi üretimi, insansız hava araçları, elektronik ve ilaç sektörlerinde küresel ölçekte üretim üstünlüğü sağlamış durumdadır. Bu sektörel üstünlüğünü ise ABD ve müttefiklerini ekonomik baskı altına almak için kullanmaktadır; nadir toprak elementlerinin ihracatını sınırlamakta, ilaç tedarik zincirlerini tehdit etmekte ve Avrupa pazarını düşük fiyatlı elektrikli araçlarla kuşatmaktadır.

Bu noktada, liberal düzenin artık kontrol edilmesi çok daha zor bir yapıya büründüğü görülüyor. Soğuk Savaş sonrasında ABD, sömürgelerin bağımsızlığını destekleyerek yeni devletlerin küresel pazarlara ve kurumlara entegre olmasını teşvik etmiş, böylece küreselleşmenin hızlanmasını ve "yükselen ülkeler" dönemini başlatmıştı. Ancak bu başarı, aynı zamanda uluslararası karar alma mekanizmalarında otorite dağınıklığını ve çoğalan veto noktalarını da beraberinde getirmiştir. Bir zamanlar ABD'nin etkisini artıran BM, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası gibi kurumlar, bugün işlevselliğini yitirmiş, tıkanmış ve ABD karşıtı söylemlerin sahnesine dönüştü.

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.