Türkiye tarihi bir dönüm noktasında. Uzun yıllar boyunca iç güvenliği tehdit eden ve milli birliğimizi zedeleyen terör sorunu, ilk kez bu denli kapsamlı ve kalıcı bir çözüm perspektifiyle gündemden düşmeye hazırlanıyor. Terörün son bulması, barutun yerini kelimelere bırakması, yalnızca ülkemiz için değil, içinde bulunduğumuz bölge açısından da büyük bir fırsat penceresi aralıyor.
Özellikle güney sınırlarımız boyunca Irak ve Suriye'de yıllardır süregelen otorite boşluğu, devlet dışı silahlı yapıların etkinliğini artırırken, Türkiye'yi de sürekli teyakkuzda kalmaya zorladı. Ancak bugün geldiğimiz noktada; hem sahada hem de masada etkinliğini artırmış, diplomatik alanda inisiyatif sahibi bir Türkiye'den bahsediyoruz.
ANADOLU'DAN MEZOPOTAMYA'YA BARIŞ KORİDORU
Terör tehdidinin önemli ölçüde bertaraf edilmesi, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle çok daha cesur ve yapıcı bir ilişki kurmasının önünü açıyor.
Peki, terörden arındırılmış bir Türkiye'nin Irak ve Suriye ile yakınlaşması neyi değiştirebilir?
Her şeyden önce, bu yakınlaşma sınır güvenliğinden öte bir anlam taşıyor. Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin güvenlik iklimindeki bölgelerde ortaya konulan çalışmalar, Suriye halkı için yeniden inşa sürecinin çekirdeğini oluşturuyor. Türkiye, yalnızca bir güvenlik aktörü değil, aynı zamanda bir istikrar sağlayıcısı olarak bölgedeki varlığını pekiştiriyor. Bu durum, Şam yönetimiyle bölgedeki diğer unsurlar arasında normalleşme adımlarının atılması ve bölge halklarının yeniden yerleşimi noktadında kolaylaştırıcı bir rol oynuyor.
Benzer şekilde Irak ile kurulacak daha kapsamlı bir stratejik ortaklık, özellikle Kalkınma Yolu Projesi ile somut bir boyut kazanmak üzere. Basra Körfezi'nden Türkiye'ye uzanacak bu lojistik ve ticaret koridoru, yalnızca iki ülkenin değil, tüm bölgenin ekonomik çehresini değiştirebilecek potansiyele sahip. Türkiye'nin küresel tedarik zincirlerindeki rolü güçlenirken, Irak yıllardır süren iç istikrarsızlık ve dışa bağımlılıktan adım adım kurtulabilir.
Ancak tüm bu ihtimaller, yalnızca güvenlik perspektifinden değil, vizyoner bir bölgesel barış anlayışıyla ele alındığında anlam kazanacaktır. Türkiye'nin son dönemde attığı adımlar; askeri başarılarıyla değil, aynı zamanda diplomasideki hamleleriyle de dikkat çekiyor. Terörle mücadelede kazanılan zemin, şimdi diplomatik masa etrafında çok daha güçlü bir Türkiye'yi mümkün kılıyor.
TERÖRLE DANSIN BEDELİ: BATI'YA ZAMANLI BİR UYARI
Bu süreçte altı özellikle çizilmesi gereken bir başka husus ise Batı dünyasına düşen sorumluluktur. Türkiye yıllar boyunca yalnız bırakıldığı, zaman zaman da müttefik bildiği aktörler tarafından terörle mücadelede kösteklendiği bir dönemi geride bırakıyor. Terör örgütlerine doğrudan ya da dolaylı destek veren, onları "kullanışlı aygıtlar" olarak gören zihniyet artık iflas etmiştir. Bugün barışa ve istikrara yatırım yapma zamanıysa, Batı'nın da bu yeni dönemin ruhuna uygun hareket etmesi, teröre karşı çifte standarttan vazgeçmesi elzemdir. Zira terörün coğrafyası olmaz; bugün Ortadoğu'da desteklenen şiddet, yarın Avrupa metropollerinde başka yüzlerle geri dönebilir.
Türkiye'nin terörle mücadelesinde edindiği tecrübe ve ulaştığı başarı, Batı'ya da ciddi bir ders niteliği taşımaktadır: Terörü araçsallaştıran her aktör, uzun vadede kendi güvenliğini de riske atar. Kalıcı barış ve gerçek ortaklık, ancak ahlaki tutarlılıkla mümkün olur.
GÜÇ, İTTİFAK VE REFAH
Unutulmamalıdır ki; coğrafyamız, aynı zamanda kader ortaklığının da adıdır. Ortadoğu'da kalıcı barış ve istikrar, ancak bölgesel uzlaşıyla mümkün olabilir. Türkiye, Irak ve Suriye'nin ortak tarihi, kültürel ve ekonomik dokusu; bugün yeniden örülebilecek güçlü bir geleceğin temel taşlarını oluşturuyor.
Bugün yaşadığımız bu kritik eşik, Türkiye'nin yalnızca iç barışını değil, bölgesel barışı da mümkün kılacak büyük bir fırsattır. Terörden arınmış bir Türkiye; ekonomik kalkınmanın, siyasi istikrarın ve insani refahın öncüsü olabilir. Yeter ki bu süreci stratejik vizyonla, sabırla ve kararlılıkla yönetebilelim.